h6yrHo. Yaşar Nuri Öztürk, kendisine en ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, aramızdan erken ayrıldı. Bir ömür boyu, dini siyaset ve ticaret aracı haline getirmek isteyenlerle mücadele eden Öztürk’ün yeri kolay kolay dolmayacak. Hoca aramızdan ayrılırken Türkiye’nin kendi tarihi tecrübesiyle yanıtladığı şu soru yine gündemdeydi - İslam ile demokrasi birlikte yaşayabilir mi? Soru siyasal İslamın uygulamalarının doğurduğu boğucu hava yüzünden bir kez daha gündeme gelmişti. Oysa, Yaşar Nuri Öztürk bu sorunun cevabını çok kez, ayrıntılarıyla açıklayarak vermişti. Din ile siyaseti birbirlerinden ayırdınız mı İslam ile demokrasinin bir arada yaşaması pek de âlâ mümkündü. Lafı dolandırmanın âlemi yok. Kısacası laikliğin kurallarına uyulması halinde, İslam ile demokrasi pek de âlâ bağdaşabilirlerdi. Türkiye Cumhuriyeti bir dönem bu gerçeğin kanıtı olarak durdu karşımızda. Ama sonra din tacirleri rejiminin Öztürk Hoca’nın zihinlerimize kazıdığı deyimiyle, insanları Allah ile aldatma girişimleri sonucunda yeniden tereddütler doğdu. *** 20. yüzyılda Atatürk’ün ülkesi Türkiye İslam ile demokrasinin bağdaşabilir olduğunun canlı örneğiydi, 21. yüzyılda Burgiba’nın Tunus’u bayrağı devraldı. Tunus’un En Nahda partisinin lideri Raşid Gannuşi partisinin geçen ay yapılan kongresinde, din ile siyasetin birbirlerinden ayrılacağını, bundan böyle politik çizgilerinin bu olacağını ilan etti. Son kongrede genel kurulun yüzde 75 oranında destek verdiği Gannuşi’nin bu düşüncesini En Nahda yaşama geçirebilirse Tunus, demokrasi yolunda ilerleyecektir. Türkiye’de de demokrasinin yeniden kurulması ancak laiklikle mümkündür. Laiklik ve demokrasi ile İslamın bağdaşabileceğinin en çarpıcı, en parlak örneklerinden biriydi Yaşar Nuri Hoca. O, kimi din bezirgânlarının ileri sürdüklerinin tersine, Müslüman laik çekişmesinin olmadığını, asıl çekişmenin Allah ile aldatan din tacirleri ile demokratlar arasında olduğunun kanıtıydı. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kurucuları arasında yer alan ve bu kurumda Kurucu Dekan olarak görev yapan Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’de son yıllarda dinin çürütüldüğünü, buna ancak Atatürk aydınlığının engel olabileceğini, din bezirgânlarının bu yüzden sürekli Atatürk’e saldırdıklarını belirtmişti. Yaşar Nuri Öztürk’ün düşüncelerini izleyenler, gerçekten inanmış kişilerin, dinin çürütülmesi girişimlerine karşı mücadele etmelerinin zorunlu olduğunu anlarlardı. *** Bütün bu nitelikleriyle Yaşar Nuri Öztürk’ün CHP ile birlikteliğinin uzun sürmemiş olması düşündürücüdür. Şurası bir gerçektir ki, Yaşar Nuri Öztürk, bugünkü CHP gibi mahcup laik değil, Allah ile kandıranlara cepheden saldıran açık ve yürekli bir laikti. Yaşananlar göstermiştir ki demokrasiyi korumak için bugünkü CHP yönetimine egemen olan “aman biz de, dindar görünelim, bize dinsiz dememeleri için fazla sesimizi çıkarmayalım!” türü mahcup laiklik değil, açık cesur savunmada kalan değil, sömürü, soygun ve talanın üstüne üstüne giden yürekli laiklik şarttır. Unutmayalım ki, din tacirleri ve avaneleri dini değil, soygunu savunmaktadırlar. Ama ne yazık ki CHP bu gerçeği görememekte, 1947’den bu yana Allah ile aldatanların oyununa düşmektedir. Yaşar Nuri Öztürk konuşmalarıyla, Allah ile aldatanların güçlerinin yalnız kendilerinden değil, aynı zamanda mahcup laiklerin zayıflıklarından da kaynaklandığını göstermiştir. Yaşar Nuri ÖZTÜRKO hep bizimle... O halde, biz de hep onunlayız. Sorun, bu beraberliğin farkında olup olmamak noktasında ortaya teologlar, özellikle İslam-Hıristiyan ilişkileri üzerinde duranlar, İslam'ı bir kurallar yığını olarak göstermekte, İnsan-Allah arası direkt kalp ilişkisi sadece Hıristiyanlık'ta vardır’’ demektedirler. Hatta İslam'a bakışında en insaflı oryantalist sayılan Fransız Massignon bile bu kategorinin dışında değildir. Bu yazar İslam tarihinde Allah - insan arası direkt kalp ilişkisi Hz. Muhammed'den 300 sene sonra Hallac-ı Mansur ile gerçekleşmiştir’’ görüşünü ortaya atarak bir Müslüman'ı bağlı olduğu peygamberin üstüne çıkarmak gibi bir saçmalık Kerim'i şöyle bir okuyan, rahatlıkla görür ki, insanın özüyle Yaratıcı'nın aynılığını hareket noktası almak, Kuran'ın temel yaklaşımlarından Allah arasında, insan esas benliği olan özüyle düşünürsek, parça-bütün ilişkisi vardır. İnsan Allah'ın ruhundan bir nefestir’’ Hicr, 29. Ve insanın bedeni bu ölümsüz özü taşıyan bir binektir hadis. Bir başka deyimle, ölümsüz olan insan özüyle Yaratıcı Kudret'in birliği esastır. Bu yüzden Kuran, insanın Yaratıcı'ya yaklaştıkça kendi öz benliğine yaklaştığını ısrarla belirtir. Ve bu yüzden, tasavvuf düşüncesine göre, insanın birey ve toplum olarak mutluluğuyla Allah'a yakınlık arasında doğru orantı dinin, ahlákın ve olgun insan gerçeğinin temelinde Allah'la her an beraber olma’’ bilincini görmektedir. Bazı örnekler verelim Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldamakta olduğunu da biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.’’ Kaf, 16 Ve Aralarında fısıldaşan üç kişinin dördüncüsü, beş kişinin altıncısı o Allah'tır. Sayıları bundan az veya çok da olsa Allah onlarla her yerde beraberdir. Sonra onlara yapmış olduklarını açık açık haber verecektir.’’ Mücadile, 7 Ve Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir.’’ Hadid, 4 Hz. Peygamber, bu Kuran'sal gerçeği ifadeye koyarken şöyle diyor Her an, Allah'ı görüyormuşsun gibi davran.’’ Kuran'ın bu anlayışının uzantılarından biri de şudur İnsan özüyle Allah arasında, bu demektir ki, parçayla bütün arasında ezelden bir anlaşma vardır. Kuran buna misak diyor. Ve Kuran bu misak'ı Allah-insan ilişkilerinin bireysel, toplumsal ve evrensel bütün boyutlarının dayanağı sayıyor. O halde insan, varlık bünyesinde iğreti, başkasının aracılığına muhtaç, kaderi ipotek altında, güçsüz, zavallı bir yaratık değil, varlık ve oluşun yaratıcı ve yönlendirici gücüyle aynılığı olan bir parça-yaratıcıdır. Burada temel espri şudur İnsan bütün yüceliğine rağmen Allah değildir. Çünkü insan, parçadır. Bu demektir ki, Allah, insana ruhundan üflemesine rağmen aşkınlığını korumaktadır. Ve insan, varlık bünyesinde en seçkin yere oturmuş olmasına rağmen parçalığını, yaratılmışlığını sürekli bizimle oluşu ve bizim her an O'nunla beraberlik şuurunu taşımamız gerektiği gerçeği, pratikte iki sonuç ortaya koymaktadırHer şeyden önce, din hayatı bu Yaratıcı'yla beraberlik’’ şuurunu gerçekleştirmeye yöneliktir. Kuran'ın kurtuluşun, ölümsüzlüğün esassı gördüğü iman işte budur. Peygamberlerin temel davaları da bu bilinci insan hayatına kazandırmak olmuştur. Dinde, her peygamber döneminde ayrı bir biçim ve görüntü kazanan kurallar ve yükümlülükler, bu temel gayenin elde edilmesine yönelik araçlardır. Bu yüzdendir ki, İslam insanı, niyetlerinin bir toplamı olarak görür ve niyetsiz davranışa, istenmeden veya baskıyla gerçekleştirilen fiillere hiçbir değer tanımaz. Özgürce benimseme ve serbest niyetin ürünü olmayan davranışlardan fiil ve harekete dönüşmeyen niyet daha üstündür. Yaratıcı hareket, özgür niyet ve kararla birleşen aksiyondur. Kalıp ve kural yönünden en mükemmel görüntüyü de sergilese, hür istek ve şuurdan uzak olan davranış, yaratıcı değildir. Bu yüzden dinde zorlama ve baskı yoktur.’’ Bakara, 256. Ve bu yüzden İslam, yapısı bakımından özgürlük ve yaratıcılık ifade eden düşünceyi, bilinçsiz ibadetten üstün tutmuştur. Hz. Peygamber'in şu sözü, bu yaklaşımı burcuna oturtmaktadır Bilginin uykusu, bilinçsizlik ve bilgisizliğe yenik düşen cahilin ibadetinden değerlidir.’’Sonuç olarak bize şah damarımızdan daha yakın’’ olan ve bize ruhundan bir nefes vermiş bulunan Yaratıcı Kudret düşünce, bilim ve güzellik üretiminde beynimize, gönlümüze, kalemimize, fırçamıza, kelimelerimize, laboratuvarımıza ve çekicimize katılmaktadır. Veya, bütün bunlarla biz O'nun yaratan, yapıp-eden faaliyetine veya böyle, Allah her an bizimle... İnsana düşen, bu beraberliğin bilincine varıp onu, hayatı ve dünyayı güzelleştirmek için değerlendirmektir.Aşk, Tanrı'dan gebedir, bu varlık álemi ise aşktan gebe. Dünyada ne varsa hepsinin canı aşktır.’’M. Celáleddin Rumi Biraz gecikti ama yine de literatürde yerini alması gerekiyor. Geçtiğimiz haftalarda unutulmaz sanatçı Barış Manço'nun küçük bir çocuk olarak dünyaya döndüğü haberi Reenkarnasyon, medyada yer aldı. Aslında yeni bir haber değildi yani taze değildi, daha önce de kullanılmıştı ama bir nedenle yeniden ısıtılmış ve balık bellekli denilen tv izleyicilerine reenkarnasyon olayı olarak tekrar sunulmuştu. Bilinmez ama nedense UFO haberleri ya da reenkarnasyon gibi konular medyada şaşırtıcıdır, olaylar bir türlü ciddi olarak tartışılamaz, haberin oluştuğu dönemde kim popülerse ya da o aralar kimler tv program yapımcılarının hatta asistanların portföylerinde varsalar, onlar ekrana çıkarlar ve kendilerince görüşlerini belirtirler. Hiçbir zaman daha birçok konuda olduğu gibi, o konunun uzmanı kimdir, neler yapılmıştır... gibisinden araştırmalara asla girilmez...Ve yine aynı şey oldu ve konuyla ilgili tv programlarında güya reenkarnasyon tartışıldı. Benim izlediğim bunların bir tanesiydi, programı Yasemin adlı bir hanım sunuyordu Özür diliyorum, soyadını yakalayamadım pardon sunmanın ötesinde yorumluyordu. Aslında zaman zaman küçük oğlunun ille de Barış Manço olduğunu iddia eden adama dönüyor, tıbbi bir tedavinin gerekli olduğunu ve mutlaka yaptırması gerektiğini de öneriyordu. Programdan anlaşıldığına göre, aynı adam daha önce de medyada yer almıştı ama görüldüğü kadarıyla yine kullanılıyordu. Konuklar ya da yorumcular ise, çocuğun babasının yanısıra yine hemen her zaman, her yerde olduğu gibi İlahiyatçı Zekeriya Beyaz, Gazeteci yazar Berrin Türkoğlu ve yine adını yakalayamadığım bir psikiyatrdan oluşmaktaydı... Konu ölüm veya ölümle ilgili birşeyse muhakkak dine veya din otoritelerine başvuruluyor oysa ölümün ya da benzer konuların bilimsel, sosyal ve psikolojik yönleri de var. Zaten güncel sorun da burada, konu ne olursa olsun hemen bir din görevlisi karşımızda, hemen yoruma başlıyorlar ve tüm dünyevi konular din potasında eritiliyor, sonunda da geriye birşey kalmıyor. Oysa dinin temeli inanç ama her insanın inancı da aynı değil, o zaman ortaya farklı görüşler ve sayısız yorumlar çıkıyor. O zaman konu da, kaybolup gidiyor, tartışılmaz hale geliyor ve izleyici veya okuyucu maçı kimin kazandığına bakar gibi bakarak kendi bireysel inancına yakın bir yerde kalıyor...Bu programda da aynı şeyler yaşandı, Barış Manço'nun ruhunutaşıdığı iddia edilen çocuğun babası ile Zekeriya Beyaz arasında görüldüğü kadarıyla geçmişten gelen bir sorun vardı, zaman zaman birbirlerine sataşıp durdular ama ekranların ustası olan Zekeriya Beyaz için bu rakip, çok hafif kalıyordu. Bu arada Zekeriya Beyaz, konuyu bir ara mezhep ayrımına götürmeye niyetlendi ama Yasemin Hanım tarafından engellendi, ayrıca psikiyatr uzman da sert bir dille benim üstte vurguladığım gibi, dini her konuya karıştırmamasını söyleyince Zekeriya Beyaz geri çekildi. Ama Zekeriya Beyaz, bu konuyu iyi bildiğini iddia ediyor, yeterince incelediğini ve kendisiyle tartışılamayacağını belirtiyordu ama birçok İslami yorumcu gibi tekrarlayıp durduğu Hindu Tenasüh inancı ile Spiritüalizm kökenli Modern Reenkarnasyon inancı arasındaki farktan habersizdi. Bilmesi gereken şey, bu iki inancın temelden farklı olduklarıydı, Tenasüh kısacası ruhun yaşam performansına göre yeniden doğuşlarda geriye de dönebilmesi inancıdır yani birey bir sonraki yaşamında insan olmayabilir, ruh yaşamın her formunu denemelidir ve sonunda bir sonsuzluk anlayışında Nirvana kaybolacak ya da bütünleşecektir, bu inançta ruhlar alemi, yeniden doğuş kuralları, özel seçimler ve sonunda bilge veya öğretici rehber ruh olmak gibisinden ayrıntılar yoktur. Oysa Modern Reenkarnasyon inancında, tüm yeniden doğuşlar ileriye yani evrimleşmeye Tekamül yöneliktir, ruh öldükten sonra oturur düşünür ve nasıl bir yeni yaşam seçeceğine karar verir, ona göre de bedenlenecektir. Rehber ruhsal varlıklar, bu aşamada ona yardımcı olurlar hatta yön verirler vs... Ruhun Nirvana'ya erişmesi yani karmanın tamamlanması ve ruhun artık tüm dünyevi arzulardan kurtulması ve dünyevi bilgilere ihtiyacı kalmaması demektir. Yaşam planı bir önceki yaşamda bireyin eylemlerine göre yapılır ve ruh bedenlendikten sonra çeşitli dini ritüellerle kendisini eğiterek karma bilgisini algılamaya çalışır, bunu başardığında da artık bedenlenmekten kurtulur. Bütün bunlar özgün inançlar yani Uzak Doğu dinlerinin birer parçasıdır ama aslında Uzak Doğu sözü bir genellemedir çünkü Çin Budizmi'nde ve Japon Şintoizm'inde böyle bir inanç yoktur. Reenkarnasyona karşı çıkan tüm büyük dinlerin ama özellikle de İslami araştırmacıların önemli bir kısmının bir türlü kurtulamadıkları çok ciddi yanlış buradadır. Kısacası Hindistan ve Tibet yöresindeki reenkarnasyon inancının temeli "Tenasüh" kavramına dayanır yani ruh yaşam karnesinin sonuçlarına göre geriye de gidebilir hatta bitki veya hayvan olarak da tekrar dünyaya gelebilir. Oysa, spritülizme dayanan modern reenkarnasyon inancında ruh tekamül eder yani sürekli ilerler, gelişir. İkisi çok farklı yerlere, uygulamalara ve sonuçlara giderler, bilinmesi gereken şey, reenkarnasyonla tenasühün apayrı birer inanç olduğudur. Ve yine bazı İslami kesimlerde sık sık; "Reenkarnasyona inanan hıristiyanlar..." tanımına raslanır oysa hıristiyanlık reenkarnasyona şiddetle karşıdır ve kesinlikle reddeder. Zekeriya Beyaz'ın elbette ki bunları bilmesi gerekmiyor hatta eminim ki genel olarak, "Geçiniz, bunlar saçmalıklar..." diyecektir ama bir otorite olarak konuştuğuna inanıyorsa iş değişir çünkü o zaman gerçekten konuyu iyi bilmeli ve ona göre yorumlamalıdır. Ya da, dinin bu konuda görüşü bu kadardır diyerek, ötesini bilmediğini, hatta ilgilenmediğini belirterek sözünü noktalamalıdır. Ama bunu hiçbir konuda yapamıyor, her konuda konuşuyor oysa Zekeriya Beyaz bizler için önemlidir çünkü popüler bir din görevlisi olarak, özellikle irticaya yönelik konularda vurucu şeyler söylüyor, seveni çok olduğu için de dinleniyor. Aynı şey olmasa da, Yaşar Nuri Öztürk gibi din konularında çok saygın ve etkin bir ismi ne yazık ki siyaset uğruna yitirdiğimizden beri, bu yaklaşım çok daha önemli...Öteki konuk olan yazar Berrin Türkoğlu ise, program süresince, Reenkarnasyon iddialarının sık yaşandığı Hatay yöresinde yıllardır araştırmalar yaptığını ve bir de kitap yazdığını anlattı, zaten Yasemin Hanım da elinde onun kitabını referans olarak gösterip duruyordu. Fakat Yasemin Hanım'ın, Reenkarnasyon'un dünyadaki bir numaralı ismi Prof. Dr. Ian Stevenson'la beraber çalışan Reşat Bayer'in kitabından, konunun önde gelen isimleri olan Biyolog Dr. Can Polat'tan, Prof. Dr. Recep Doksat'tan yaşama veda etti, Dr. Ertan Kura'dan ve Dr. Bedri Ruhselman'ın çalışmalarından haberi yoktu. Tabii ki bunları bilmek zorunda değil ve sonuçta o bir sunucu, verilen malzemeyi kullanıyor ama yorum yapmak ayrı birşey, çünkü o zaman herşey değişiyor. Berrin Türkoğlu çalışkan ve yetenekli bir gazeteci, yazdığı kitap ise bir tür gezi kitabı veya bir belgesel gibi, gördüklerini ve kaynaklardan okuduklarını toparlamış ve görevini yerine getirmiş. O da; "Buraya kadar... Yorum benim işim değil, işte şu kaynaklar, şu uzmanlar var..." diyebilir ve psikiyatri ile din arasında sıkışıp kalmazdı. Programın bir yerinde Türkoğlu, Yasemin Hanım'ın; "Siz inanıyor musunuz?" sorusuna ise; "Başıma gelmedi, bilmiyorum..." diyordu. Bu da yanılgıydı çünkü tüm pşisik olaylarda, olayı yaşayan bireylerin inançları, bilgi demek değildir, olaylar yaşanırlar ve geçip giderler, bazıları sık hatırlanır izler bırakırlar ama bunun anlamı farklıdır. Türkoğlu'nun Parapsikoloji'yi bir bilim olarak, bir psikiyatra karşı savunmaya kalkışması da, başka bir hataydı çünkü psikolojiyi dahi sevmeyen psikiyatrlar parapsikolojinin adını dahi duymak istememekteler ve bunda da haksız değiller. Zira parapsikoloji uzun zamandan beri yok yani ömrünü bitirdi, işlevini yitirdi. Şimdi bilimin sınırlarını merak eden uzmanlar var yani programdaki psikiyatr uzmanın dediği gibi, günümüzde sadece belli konularda uzmanlaşmış bilim insanlarının bazı çalışmaları var...Psikiyatr uzmanımız, genelde doğru şeyler söyledi yani konumun gereğini yerine getirerek, Barış Manço'nun ruhunutaşıdığı iddia edilen çocuğun babasını da fena halde azarladı. Bir ara da, bilimin sınırsızlığını dile getirerek, her gün yeni şeyler öğrenebiliriz imasını yaptı fakat bu ima diğer konuklar tarafından yeterince algılanamadı ve kullanılmadı. Orada Reenkarnasyon konusunun parlak isimleri olan Colombia ve Yale'den Psikofarmalog Prof. Dr. Brian Weiss'ın, Hipnoterapist ve Çok Kişilik Düzensizliği Uzmanı Steven Warner'ın, Melvin Harris'in, Kuantum'ya ilgili olarak Astrofizikçi Michael Scott'un, fizikçi Prof. Fred Alan Wolf'un çalışmalarından birkaç cümle ile söz edilebilirdi ya da en azından bir tanesinin... Peki, bunlar gerekli mi? Hayır çünkü işimiz magazin ama gelin görün ki konu ciddi yani herşeyi magazin yapamayız... Dersimiz bu...Reenkarnasyon inanç ve bilgisi, dünyanın en eski inanç ve bilgisi olarak tüm milletlerde, dinsel öğretilerde, kutsal yazılarda karşımıza çıkmaktadır. Bunu doğal karşılamalıdır. Çünkü insan içgüdüsel bir eğilimle varoluşuna ilgi duymaktadır ve onu aramaktadır. Her şeyin üstünde parıldayan tek değer insandır. O varoluşunun, yaradılışının yazgısını taşıyan özgür istem gücü dolu bir yaratıktır. Kendi değerini anlayıncaya kadar, değer sandığı şeylerle bir süre daha oynayıp duracaktır. Hiç kuşkusuz gerekli evrimleri yaşadıktan sonra varacağı son, iyi, güzel ve doğrunun dünyasıdır. Bu dünya, her çeşit sorunların çözümleneceği bir arayış ve arınma yeridir, insan hazır olan için değil, hazırlanmak için yaratılmıştır. Dinlerin sembolik anlatımlarla örülüşü bundandır. 20. Yüzyıl'dan 2l. Yüzyıl'a geçildiğinde, insan ne zaman akılsal yeteneklerinin, güçlerinin. beyinsel yapısının bilinmeyen, gizli kalmış yönlerinin insan mutluluğunun yaratılması için kullanılması gerektiğini anlarsa, bunları saplantılardan ve bilimsel ya da dinsel tutuculukktan uzakta ele alırsa, benlik gururuna, kaba kuvvete kapılmadan alçak gönüllülükle; "Bildiğim tek şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir" diyebiliyorsa ve insan ne zamanki başkaları ve başka kuvvetlerle tamamlanma açlığı duymayacak kadar yükselirse o zaman varoluşunun anlamı ve amacı ile karşı karşıya kalacaktır. İşte bu nedenle reenkarnasyon olayı önemlidir...Diğer taraftan reenkarnasyon, UFO, ruhlarla ilişki gibi konularda, araştırmaların bir türlü istenilen düzeye yani akademik platforma yeterince taşınamaması, önemli zaaflar yaratmaktadır. Tarikat benzeri ortamlarda veya şurada ya da burada birilerinin bu konuları sahiplenmeleri, kendilerini otorite zannetmeleri ya da onlara özellikle medya tarafından bu tür payelerin verilmesi büyük zararlar getirmekte ve bu nedenle de bu konulara yönlenmeyi düşünen birçok bilimciyi, gerçek araştırmacıyı ortamdan soğutmaktadır. Bazen de gerekli birikime sahip olmuş olanları da kaçırmaktadır çünkü onlar da şarlatanlarla bir tutulacaklarından korkmaktadırlar. Tekrar doğuşa inanmak, bir sürü soytarılık yaparak, kimin geçmişte kim olarak yaşadığını öğrenmek, sıradan insanların, bugüne kadar bir iş sahibi olamadığından bu yoldan çıkar sağlamaya çalışan sahtekarların yaptıkları hipnozlara inanmak ve bütün bunların bir meziyet, bir ayrıcalık olduğunu zannetmek çok ciddi boyutlardaki zihinsel hastalıkların belirtileridir. Sanılmasın ki, bunlar sadece Türkiye'de böyledir, batıda çok daha kötü tablolar vardır ve bu boşluklardan yararlanılarak çok uzak olmayan geçmişte belli bir ciddiyeti koruyan bu tür konuların cılkı çıkarılmıştır. Elbette ki Türkiye'de hemen her konuda olduğu gibi, bu alanda da batıyı taklit etmiş ve hemen hemen aynı kötü sonuçlara ulaşmıştır. Bu nedenle, ortalık, yeniden doğan Kennedy'lerle, Kleopatra'larla, Mevlana'larla, Yunus Emre'lerle ve Barış Manço'larla dolmuştur, bu konular zavallılaştırılmakta ve sonuna kadar sömürülmektedir... Ciddi Reenkarnasyon iddiaları bizlere küçücük bir umut ışığı sunuyorlar. Ama bu ışığın kaynağı ölümsüzlükle veya sanıldığı gibi öteki aleme gidip gelerek yanlışları düzeltmekle ilgili değildir. En korkutucu olan da budur, şimdiki yaşamında her tür kötülüğü yapıp, her yolu geçerli sayıp, ondan sonra da nasıl olsa gelecek yaşamımda işleri yoluna koyarım zihniyeti çok daha ürkütücü sonuçlar getirebilir. Çünkü bir tür özenti inancın oluşturduğu bu yaklaşımın temelinde ciddi, oturmuş ve disipline edilmiş bir öğreti veya deneyim henüz yoktur. Aksine birey, nasıl olsa önceki yaşamından habersiz olacağı için, sonraki yaşamında vereceği hesapla ilgilenmemekte veya endişelenmemektedir. O zaman da, Hitler'in veya Saddam'ın korkacakları birşey yoktur, nasıl olsa sonraki yaşamlarında en fazla sıradan insanlar olarak yaşayacaklar ve sadece güçsüz olacaklardır ama bundan da haberleri olmayacak ve vicdan azabı duymayacaklardır... Reenkarnasyon henüz temelsiz bir prototiptir, ta ki ciddiye alınıncaya kadar... Profesör Dr. Fred Alan Wolf, "Mind and the New Physics" adlı kitabında ulaşılan sonuçlara razı olduğu söylerken diyor ki; "Bu fantastik bir ses, Quantum Mekaniği adlı bu yeni fiziğin varlığı artık tartışılamaz düzeyde. Bu sözcüğün sayesinde ağır ağır bir başka dünyaya, bir paralel evrene, çoğaltılmış bir kopyaya doğru gidiyoruz. Ve belki de iki değil, üç veya dört hatta daha çok paralel evrenler olabilir. Bu evrenlerin her birisinde siz, ben veya herkes yaşıyor olabilir daha da uygunu yaşıyor, yaşadı veya yaşayacak olabilir ya da daima yaşayacak olabilir ve bunların tümü canlıdırlar." Wolf'un sözleri inanılmazdır ve insanı şoka sokabilecek kadar da etkindir. Burada sayısız bizlerin bulunduğu gerçeği saklıdır ve eğer öyleyse değişik karakterler taşıyan milyonlarca Hitler, Kennedy, Marilyn Monroe, George W. Bush, Süleyman Demirel, Tarkan, Tayyib Erdoğan veya Orhan Pamuk yaşamaktadırlar. Ne dersiniz? Ya gerçekse...? Peki biz bu gerçeği taşıyabilir miyiz..?Bu konuda daha iyi bilgilenmek isterseniz, Destek Yayınları'ndan yayınlanan "Türkiye'de Ruhlar ve Ruhçular" adlı kitabımın Reenkarnasyon bölümünü okuyabilirsiniz...07 Yaşar Nuri ÖZTÜRKSon yıllarda açık yüreklilikle ve ısrarla gündeme getirdiğimiz gerçek din - sahte din ayrımı’’ münasebetiyle, ülkemiz ve insanlarımız açısından çok hayati bazı gerçekler ortaya çıktı. Bu gerçekleri az-çok bilenler elbette vardı, ama bu kez, geniş kitleleri bilgilendirecek gelişmeler oldu. Bunların en önemlisi, bence Türkiye'de bir ruhban sınıfının hatta saltanatının oluşmuş bulunduğunun ve bunun, Türkiye'nin bilimsel, düşünsel, dinsel hatta siyasal ve hukuksal kaderine egemen olma noktasına geldiğinin gün ışığına satırların yazarı, bu gerçeğin yıllardan beri farkında olanlardan biridir. Çünkü yıllardan beri amansız ve acımasız bir ruhban-engizisyon zulmünün mağdurudur. Ne acı kaderdir bu! Ülkenin, dinden çoktan istifa etmiş binlerce insanını dinin içine çeken, onları dinle yeniden kucaklaştıran bir adam, dini yaymak ve yüceltmek istediğini iddia edenlerin zulümlerine maruz kalmaktadır. Yalnız bu fenomen bile çok zalim bir engizisyon-ruhban kahrının pençesinde olduğumuzu göstermeye bu ruhban ekiplerin gerçekten din ve Allah rızası’’ diye bir kaygıları olsaydı, akıl da din de bilir ki, alkışlayıp övecekleri ilk insan ben olurdum. Ama ruhban saltanatının kaygısı din değil, dini maske yaparak egonun iştahlarına tatmin imkánı tanrısal gerçeğin zamanüstü kaynağı Kuran'dan belgelemeye geçerken, dinim, ülkem ve insanlık adına bir kez daha tekrarlamak isterim ki, Türkiye'de amansız ve acımasız bir ruhban egemenliği kurulmuş bulunmaktadır ve Türkiye'nin en dikenli acılarının arka planında bu egemenliğin heveslerinin yarattığı son yıllardaki olaylarla açıkça ruhbanlık ve nedir ruhban zulmü?Bugüne değin, açık bir biçimde telaffuz etmediğim çünkü zulüm biter diye ümitleniyordum bu kavram, eserlerimde, genellikle saltanat dinciliği’’ olarak ifade edilmiştir. Ruhbanlık, Kuran'ın verilerine dayanılarak şöyle tanımlanabilir Dünyevi menfaat ve hükümranlık elde etmek üzere, dinin mukaddeslerini, politika ve çıkarlara ters düşenleri etkisiz kılmak üzere işletmek ve bunun finansmanını, yine dinin mukaddeslerini kullanarak, o dinin mensuplarına yaptırmak sanatının göre, ruhban saltanatı dine ve müminlere zulüm olduğu kadar bir insanlık suçudur da... Çünkü bu suç, konuşma ve savunma imkánlarını, Allah adına’’ karşısındakine teslim etmiş insanlara kötülük şeklinde işlenir. İnsanlık tarihinin hiçbir barbarlığı, hiçbir terörü, hiçbir dehşeti ruhbanlık zulmü kadar ağır ve ürpertici olamaz. Bu suç Mehmet Akif'in ölümssüz ifadesiyle Allah ile iskát edilen’’ yani Allah paravan yapılarak susturulan saf ve temiz insanlara karşı işlenmekte ve daha acısı, finansmanı da o mazlumlara yaptırılmaktadır. Yani zulmü işleyenler için ne risk vardır ne de harcama!..Şimdi Kuran'a bakalım Kuran, ruhbanlıkla ilgili tespitlerini ürpertici bir üslupla yapmıştır1. Ruhbanlık, Allah tarafından dine konmuş bir kurum ve kavram değildir; onu dine, dini ve Allah'ı temsil iddiasıyla ortaya çıkan ekipler sokmuşlardır. Hadid Suresi, 27.2. Ruhban ekiplerin büyük çoğunluğu, insanların mallarını, sizi Allah'a götüreceğiz!’’ diyerek çeşitli oyun ve manipülasyonlarla tıka basa yerler ve sonunda da kitleleri Allah'tan uzaklaştırırlar. Tevbe Suresi, 34.3. Ruhban ekipler günün birinde, Allah'ın yanına ilave edilen rabler’’ yani yedek ilahlar konumuna getirilir Tevbe, 31. Cenab-ı Peygamber bu rableştirme’’nin nasıl vücut bulduğunu ifadeye koyarken şöyle buyurmuştur Dini temsil ettiğini söyleyenlerin çirkin gördüğünü haram, sevimli gördüğünü helal ilan etmek, onları rabler haline getirmektir.’’Muazzez Peygamberimizin bu sözü, ruhban zulmünü tanımada hareket noktasıdır. Ruhban zalimleri, din adına iyi-kötü, siyah-beyaz, cennet-cehennem, helal-haram hükümlerinin kendi ağızlarından çıkan kelimelere bağlı olarak belirlenmesini din’’ yaparlar. Bu ruhban dinine karşı çıkış, derece derece, zındıklık veya káfirlik olarak damgalanır. Araştırma, tartışma, müzakere, kitap, kaynak, insan hakları, değişen şartlar gibi kavramların ruhban lügatinde yeri yoktur. Ya ona teslim olursun, yahut da günün ve menfaatlerin gerektirdiği bir şekil ve tabirle dindışı ilan ve Hz. Muhammed öğretisinin verilerine dayanarak tespit ettiğimiz bu ruhban anlayış ve zulmü, son yıllarda, ülkemizde en acımasız şekliyle uygulamaya konmuştur.

yaşar nuri öztürk ruhlar alemi