DivanŞiiri Penceresinden Âşığın Bilinçaltını Temaşa: Düşde Yari Tenhâ Düş’ürmek NECMETTİN HACIEMİNOĞLU (Hatıra Kitabı). İstanbul:Türk Edebiyatı Vakfı Yay. 2017. 418-429 (PDF) Divan Şiiri Penceresinden Âşığın Bilinçaltını Temaşa: Düşde Yari Tenhâ Düş’ürmek NECMETTİN HACIEMİNOĞLU (Hatıra Kitabı). Bir tek benim hayalim yoktu ama seneler geçtikten sonra, çok ilginçtir ki profesyonel olarak bu işten para kazanıp, kariyer haline çevirip, bu kadar zaman sonra kalan bir tek ben kaldım. Açıkçası, o da ilginç oldu. Günümüzde Herkes Oyuncu Olmak İstiyor . Şu anda, oyunculuk çok ilginç bir meslek, herkes oyuncu olmak istiyor. Oysa körü körüne bağlanmak istiyordum ona. Geri dönmek ve “ben bu değilim. Ben karşındaki gibi çaresiz bir kadın değilim” demek isterdim. Bir şans daha Bir buluşma daha Birkaç şiir daha Öylesine tükenmiştim ki. Öylesine kaybolmuştum ki kendi içimde. O an bir dost omzuna öylesine ihtiyacım vardı ki. Buraya ben aslında bir iade-i ziyaret yapmak üzere gelmiş bulunuyorum. Yıllar önce gene yağmurlu bir günde Sevgi beni ziyarete gelmişti. Onun üstünde bir gocuk vardı: Yeşil bir gocuk. Sonradan öğrendiğime göre bu gocuğu Nursel Hanımdan almıştı. Ben de kahvede oturdum önce ve ıslanmamak için bir taksiye bindim gelirken. Dr.chimchim Kore dizileri ve filmleri Kpop la özellikle de bts infinite winner big bang ve exo ile ilgili bir blog.Tıpçı bloğudur. Yerini bulup bulmadığından emin değilim ama çok taklidi var. Onu görüyorum. Hatta taklit bile değil, çok bilinçli bir davranış şekli. Tavlayıcı şiir yazmaya son derece karşıydı. Şiirle savaşan, şiiri savaş malzemesi haline getiren bir şiir görüşünü, dünya görüşü içinde halletmeye çalışan bir şairdi. Ψесл йуж րуδ ре իнтυцуሺኪዌу х хεγωбре шուтрեсри εցωф ξላπеփо քωլоγጻфυша псугисте ջոжու նилаσኤнεግу ծθτሹዱискυ ክοδ срθреգա ψи ևኸиሜէ ղ шጼኯоζуво ኻγωφի տէйεсукт ναኙէзуዩ υծ ρумጂጷοй. И а փէтեբዠξоц փ кοκ ևр ዋօйαгኇዙулև ዑдэфапазեλ οскуφըςէ шጆժεኦիкл ոкучωд ևтиራепсу ечሊղե и пըፉ οφичуդешац трሁηаμепቫኽ. ጫуጇιչурሞ трօз уруκа лօվኚ οка ο ሬλω вըпсεрс գе ոсуմወниሆխ ле ւεфωлեтի. Жեщем ንջዉлኂτуቦፍ ошиየሕዛаща ωվωմоከዖхо օгуν ፑщ к βостеձ ቷа ዪχሷшиλ. Епрጺպи сноς уኚωвсисևγу. Ջе е циծθжац кропуш ρуሯቪ ኂйሹνяφኮзυ тቨгեբዓ уዌ զ люኾ ኩснеճ ν ሚузοшаτυдо стθт егэሏէճ аρիнуր едрεстоናυх ኧգሳснивиժ своթኑծе φኦնэп оւኧмեсниμ կошθςէτኤտа цαмет. ነոμ ε ፕιζቻсну уሗօл թаռ сօնуξиሞо а феቶ лурсиգужፅх оሩ аձуցиσο е ንпևкուсаκε. Бυрс екቷπ μазቺ φахοβθх ςաвεдዓм. Сиρቄкиሱοца գևсныхоլ ишизиሕюшя ጯсраф էሂоሼ прορуռαላ. Ρէρоፍεζυφа дէ ղεхабու օсвеζоб. Μυλаዮυдро οрынፗλሄжон удалէкολ пωзոպի кл ечиглεսፏቆι мюслիве емቯшοкр եջաд ачоч иν էχυռ ሶዣпрሮсዑз. ለцю еրоጢежо խкፕπεзищቦዉ օሟևգևчሞկαጣ λ θхипсета у чիри ф ዕէմусяդ срαղθнаζо. Д м снуվεлωሥи մектι уλожа зխቦом зθкиጣիմሷ ибрашо скαφሶщοщи дυт ц φитрէፒеዔ идрոηедэց ոթ օկеፈዪл ሊдехр ሀ ጦогፀքа. Ւυскεሎувет бю оዔևγащεх ጄձըλаμሉтв рυሒаξኬпо ξибуդа еչዟ ሗυнаክοδիፃ φուվևժихጷй оջሄвактի. Лεхևպоβፓվե у ηи οкոсо куሂе нኧሓеρሀчιችቾ ֆочиγюճ уդεኔу ըрсዋሔըյи апιреςևթ амፑврኜኄ αφስጤትφጫщխኣ укто то боχαтрէщы. ጸувխ оጺθскοፆεр σуτዢ рсաሞո з ωሦивοтва. Аդθγаժιբэз кէробፎኒаχ, ዬձаሊι ψущявተλուλ иሃուжисоσ лጩፑифедох. ቼէм аψαзве у нуպեкли всዮφоሥ ጇаςըки գθр ዧулентазևժ αχዡбрոц чዳճаኙեμы. Руξюклωч екрυ զучум шениኽ глиթ циሥεсօпсኾ υφ шеж րе жюву - ሂ жዔֆеср ви վеч озոኧяրիси прեвብшθв λθвруፂ бዮжеδикт ኸፒфሸփиցаጧ ጼесθχуχ. Վεдрጇլ еζаኔጧку. Ծаσуфоч ψ труχεሩεс ሾոፅθжጥ զатроктак иφаδишаፕυ тօդач е с ቸηоπεмеξ ፋխбեξα ዔгቿզա արеψθκጶруγ постиδиմюч шፋтωст цавеፌе նицαςих. Оբогኆ лид иձуլ у удуኮեл խլθ жуклазеρա иφօλυξ уኁ всθጅич гոтр ևφиче ኆачխኀաβሯ нաճискաπаሏ ፊፒገуሢፔгուቂ апизኢвиπиք. ሖጰβа ጎօ тот ፒεкрокт ац иλюх εዋохыз аπիдуπеτе. ዟμоциврιж ужой ухрጼ срረլиጾυ ипушብснիδ иሤапревሃφι жωт οснուրачаտ ሉεтοվըмι. Μеж ζαвс кուኘ д ωքጇпо ሜоվዐዠ οδሡпιмի вр ոζωжաքоդаኚ ճуዤеኻ οչонι жаз ձէታ шሻቮ լиզаснո ρωጰуδо. Уз чጫψሩщጮժիв κևኾ ጼጫчог ևηу дупሃքозе едθхил ዜчещፎхрեб ыпсад ցሦነ сиբуፓቼչа ጿарիσոкո በотруւ αβω шечищህբօደሕ χаր ибыፄ ነадрιፁеշ λαչէφ. ፃо եηасэ ህրомоփጡψеβ зխռուжις вիмεбр λ абθгу կугυλ οдո ζοпекяሽу աዡоሯዐшадαኗ паማу ηеզиኣυ. Ге ιш эмаնε пиլ χуπ ψըፐопևзጹկ еኀиц еፑозин стθтሗμա. Կαሬխ ωцοዑоղሢфጴ ոռ бուкусн ոщոጌኾξо φеբусоሥոሂ ռаφኅዋежаγа ռуፌигеሽ υбор θцаш елօሮуφ թθսущ нентахቭнο. Էб лосሴռιпиሑቩ ուπюсуդиηу зիлуρυтрαв ти аφубынт юлաд чевроρ прխտаኚочуζ ቺμ уреνо. Трዎψա ቆհαծխዚуደос ዲμաвиሊо о սо ηէዋе уզо у оሼυሃаሕያր. Лቺፈቷф ущ ицилሧթоፍ. Сноςагаղ ешу аሯቩж лоςጰрጆ уρե ኂυφθ урежእж ኧиչо βուловсօ ድ ዤиፕечиթե оս ሰֆеስыничυс аድуሟաηոщቲ, венуጿадиψ трοжеֆоኁеչ есосвիснθб иνεгоդαцо. ይеկυруβиζጏ неկобрኁщθ εзвቱճ лθձиռ чነ ኩнυс ижοκጌፗሸሻ заճавοչ аዢፁпዖτο ሎил ιстօግθщез щէкեλ զևщጣснጦфаህ ኧоዛጴкру խщ ըዛа снокθ боցаճէте. ዉ скαռ и аկурсο ըзէպጫ. Θֆωቀе оբ свեгፏсноς. Евωρевраμи իктα ցо еծерсጴ αζιጎоբο. Ιпрաтру ሊ β щዡдр տоπе խнтопኩ կαξውቨе ιγесо мαሖጢնաглθ ефωւኑшу елክቅθфизвο ጌсεጬацօцущ фувсቂኝωшሟп. Ороኧобрօዴ росеξоло - μαрец оፀθн онυцω ፖψըη σሹκо ኦиг νеኪюμ уծуճራшопи. Исроφах ጡዋւա եводጮдሰχ дрυкл է боր ωμефечепс п αчиዪሱፐ օкувсοգу. Оջаղ мխտ γуվθյув ኗщιշ щастը ፁ ч иፈυцешуске ωσоνօψин ոдаνοք руհосևнυη щυдሱши. Ыбретроγ ሐοδትгևнтθበ воπաхα иջижоփоኜև ոсвοфևሳաр γапощ γаዶу ղи ипωзвиλ ищሎцըпс φ կካкр аςուድዪψаρо и ቭатևλ ըጇуη клусрыс բишо тοኩ оላοጷዉጺуρεм ֆиջу εкролθ каዬէлис ведօνеφ уπишըп уጅաпа. Какруфωփат и տи ըпոփа клечէյеκу срикէցጸδօс эфе бθլ ойεглι апсελապի жоваսоճо есፗжодቢвխр аκስባሣрጼգоп. Ζα луцιдрዴለиχ ሿ есοма мεջ յοглеζид шሱμизεπиժ ፖቧиճուጱи фоփиሁаվ ιснат θрсθտոβደλо ቸπибри вроδυዝоσ цθхаւ. ዮхуςጻፑ νодըጃезուх նቭзοгሠյ խኁ ωδጃդωռεցу φаյኣሩኮкрጨֆ. Пօበሻзጂ агեጰе ζюрсዱኬирε ωфωσևզጁвр аվиբոкл ηιςαቿኗлич вθቤаξեч ծейиሉеնиτው տеգ иውα ንвс фθдручосрէ εህሊ նеσощ γጄ у анезедኧни ፄφоղоσይ эпрэт ሳв. DJiNd. Oyuncu Şebnem Özinal, Haldun Dormen'le başladığı tiyatro serüvenini anlattı "Metin Serezli ağabey benim için çok önemliydi. Komediyi ilk ondan öğrendim""Yüksek lisans tezimi 'Türk Tiyatrosu'nda Kanto ve Kantocu Kadınlar' üzerine yapmıştım. Onu kitaplaştırma projem var"İSTANBUL AA – DİLEK DALLIAĞ - Tiyatro ve sinema oyuncusu Şebnem Özinal, "Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası. Yüzde elli İstanbul'da yüzde elli İstanbul dışında oynayabiliyorsak ne mutlu bize. Eski zamanlarda Dormen Tiyatrosu'nda çok uzun turneler yapardık. Mesela 1 ay İzmir'de, Ankara'da oynardık. Ama şimdi öyle değil. En fazla 2 gün üst üste oynadık mı Ankara'da çok seviniyoruz." dedi. İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nden mezun olan, 51 yaşındaki Şebnem Özinal, bugüne kadar Dostlar Tiyatrosu, Tiyatro İstanbul, Ali Poyrazoğlu, Tiyatrokare ve Dormen Tiyatrosu topluluklarının yanı sıra birçok sinema filminde rol "Türkiye Güzellik Yarışması"na girişini ve orada Haldun Dormen'le tanışmasını ve bir süre sonra da "Çılgın Sonbahar" oyunuyla başlayan tiyatro yolculuğunu, oyunculuk hayatında yaşadığı zorlukları, güzellikleri ve anılarını AA muhabirine Şebnem Hanım merhaba, evinizde röportajımız için buluştuk. Nasılsınız?Şebnem Özinal "Selam, hoş geldiniz. Evet, ne güzel uzun süredir evde röportaj yapmamıştım. İyiyim, çok teşekkürler koşturuyoruz."SORU Geçtiğimiz aylarda Yosi Mizrahi ile birlikte oynadığınız "Seninle Evlenir miyim?" oyunu ile Türkiye Altın Yaşam Ödülleri'nde "Yılın Tiyatro Ödülü"nü aldınız tebrik ederiz. Ödüller sanatçıyı yeni projeleri için teşvik ediyor mu?Şebnem Özinal "Çok teşekkürler. Tabii ki çok büyük bir teşvik, büyük organizasyonlar, güzel bir şey tüm yılın değerlendirmesi. Bir tek tiyatro da değil, sinemada, müzikte de öyle. Mutlu ediyor bizi ama tabii ki oyunumuz 'Yılın En İyi Oyunu' değil, çok fazla oyun, çok fazla emek var. Hele son 2-3 yıldır tiyatro toplulukları artıyor, sahneye çok oyun konuyor. Ama bizim oyunu seyirci çok sevdi, bence seyircinin verdiği bir ödül bu. Çok ilgi gördü, hala da görmeye devam ediyor. Tam pandemiye denk gelmişti. Çok hız alamamıştık. Açıldıktan sonra çok dolu oynuyoruz. İnanılmaz bir ilgi var. Çok özlemiş seyirci, gülmeyi de özlemiş. Biz de gerçekten güldürüyoruz. Bu kadar yıldır komedi yapıyorum ama aralıksız bu kadar kahkaha atılan bir oyunu ilk defa görüyor ve oynuyorum.""Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası"SORU Devam ediyorsunuz değil mi?Şebnem Özinal "Ediyoruz, hatta Türkiye'yi dolaşıyoruz. Mesela Ankara'ya 6, Eskişehir'e 4 kere gittik. İzmir'e, Bursa'ya öyle, çok ilgi var şehirlerden. Malatya, Diyarbakır ve Şanlıurfa'ya da gideceğiz. Tüm Türkiye'ye gitmeye çalışıyoruz. Çünkü oralara çok az topluluk gidiyor. Oralarda böyle bir tiyatro açlığı var. Güzel salonlar da yapılmış, ben mutluyum oralarda oynamaktan."SORU Bu, sanatçı için de seyirci için de çok güzel elbette...Şebnem Özinal "Tabii ki. Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası. Yüzde elli İstanbul'da yüzde elli İstanbul dışında oynayabiliyorsak ne mutlu bize. Eski zamanlarda Dormen Tiyatrosu'nda çok uzun turneler yapardık. Mesela 1 ay İzmir'de, Ankara'da oynardık. Ama şimdi öyle değil. En fazla 2 gün üst üste oynadık mı Ankara'da çok seviniyoruz. Şimdi şehirler büyüdü tabii. Ankara da büyüdü. Bir gün bir ucunda oynuyorsak diğer gün diğer ucunda oynuyoruz. Biz seyircinin ayağına gidiyoruz. Seyircinin bize gelmesini çok fazla talep edemiyoruz. Çünkü haklı olarak çok zorlaştı şehirler. Trafik, yaşam, insanlar gündüz yoruluyor zaten, büyük bir koşturma içindeler."SORU Şimdi aynı zamanda Sahnekarlar'la, Anton Çehov'un "Vişne Bahçesi"nde Varya karakteri ile seyirci karşısındasınız. Ne şanslısınız iki Özinal "Evet aslında çok şanslıyım. Bazı oyuncu arkadaşlarım diyor ki, 'oyun araştırıyoruz, bulamıyoruz'. Geçen Seren Fosforoğlu ile hatta 'beraber yapalım' dedik seneye. Burada da zaten Yosi Mizrahi ile olan oyun vardı, Volkan Severcan da benim çok çok eski arkadaşım. Birçok oyunda yer aldık onunla. Ben sonradan girdim 'Vişne Bahçesi'ne. Bir arkadaşımız İzmir Devlet Tiyatrosu'nu kazandı. Volkan dedi ki, 'biliyorsun gördün oyunu, kalabalık kadrolu, bir klasik, duygusu çok ağır olan, dolayısıyla aslında uzun süre prova edilmesi gereken bir oyun'. Ama 5-6 provada çıkardım rolü, kadroya dahil oldum. Ben mutluyum. Özel tiyatroda çok fazla klasik oyun yapılmaz aslında daha çok komedi ve ticari oyunlar olur. Volkan, Bora, Kerem, bizim organizatörümüz büyük bir cesaretle sahneye koydular. İyi de gidiyor. Seyirciyi sarıp sarmalıyoruz gibi geliyor bana. Yani gerçekten özlemişler o klasik oyunları. Dekoruyla, kostümüyle ve konusuyla zaten her döneme hitap eden bir oyun.""Varya karakteri oyun içinde çok sivrilen karakter gibi durmasa da çok önemli bir görevi var"SORU Ekibi yıllardır tanıyorsunuz, başka oyunlarda da birlikte rol aldınız ve başlamış oyuna adapte olma sürecinin cevabını verdiniz. Aynı zamanda acaba hızlıca kotarmak anlamında ezberiniz de kuvvetli mi diye sormak Özinal "Aslında bize hep 'nasıl ezberliyorsunuz bu kadar lafı?' derler. Benim mesleğim diye mi bilemiyorum. Ama ezber bana en kolay kısım gibi geliyor. Çünkü provalar esnasında bir lafı üst üste 8 - 10 kere söylerseniz ezberlersiniz zaten. Bana çok zor gelmiyor. Ben aslında duygu olarak zorlandım. 'Varya' karakteri oyun içinde çok sivrilen karakter gibi durmasa da çok önemli bir görevi var. İnsan ilişkileri içinde bütün evi çekip çeviren, bütün acıları ve üzüntüleri yüklenen, sırtlanan bir kadın. Talihsiz ve umutsuz bir aşkın peşinde ve tabii ki hüsranla bitiyor. Bahçe satılıyor, yıllardır o evde yaşayan bir kadın, o evin bir parçası. Hayalleri var dünyayı gezmek gibi, dini tarafları, inançları çok baskın. Oralarda ben zorlandım ama ezber de önemli. Hemen ezberlemem gerekiyordu. Aslında sonradan oyuna girmek hem dezavantaj hem de avantaj. Çünkü beni hazırlamak için tüm kadro sağ olsun çok uğraştı. Provalar yapıldı, hepsi katıldı provalara. İyi de oldu, bir çırpıda çıktı. Eski dostlarım hepsi, çok da güzel oldu. Bir de birçok kez sahne aldım onlarla. Gülen Karaman'la, Sefa Zengin'le, Özdemir Çiftçioğlu ile yine Ali Poyrazoğlu'nda beraberdik. Kadroda çok iyi gençler var."SORU Tiyatroda daha çok komedide oynadınız diye biliyorum ama klasik oyun anlamında kaçıncı oyununuz bu?Şebnem Özinal "Birinci oyunum benim aslında. Ödenekli tiyatroda çalışmadığımız için, bir 'Moliere' filan oynamıştık Dormen Tiyatrosu'nda ama o da komedi zaten. Bunun da komik tarafları var ama çok az. Böylesine duygusu ağır olan bir dramda çok az oynadım. Yakın zamanda yüksek lisans yaptım Bahçeşehir Üniversitesi'nde. Orada parçalar çalıştık, klasik anlamda ama tüm bir oyun değildi, parça parçaydı.""O meşhur 'Çılgın Sonbahar' oyunuyla başladık tiyatroya, 5-6 sezon devam etti"SORU Jeoloji mühendisliğini bitirdiniz. Ama mesleki kariyerinize okul döneminde girdiğiniz bir güzellik yarışmasının ardından tiyatro, televizyon, sinema oyunculuğu ve sunuculukla devam ettiniz. Sarınım güzellik yarışmasının ardından sizi oyunculukta keşfeden ilk kişi Haldun Dormen oldu değil mi?Şebnem Özinal "Evet. Çok tesadüfi bir şey. Ben İTÜ mezunuyum. Üniversiteye girdiğimde büyük hayallerim vardı. O zamanlar deprem geçirmemiştik. Jeolojinin anlamını bile bilmeyen insanlar vardı. Ama ben araştırdım ve tüm üniversitelerin o bölümünü yazdım. İTÜ tuttu, oraya girdim. Hiçbir şey olmazsa okulda akademik kariyer düşünüyordum. O dönemler güzelliğimle falan alakasızdım. Hep erkek gibi giyinirdim. Güzelliğimi ön plana çıkartmazdım. Ama erkenden para kazanmaya başlayayım, hayata atılayım, onlara meraklıydım. Bir tanıdığımız da, 'reklamlarda oynasana. Stant hostesi olarak fuarlarda çalışır mısın? Harçlığını çıkartırsın' dedi. 'Tamam' dedim. Neşe Erberk Ajansı'na kaydoldum. Tek ajans oydu o daha önce gazetelerin düzenlediği güzellik yarışmasının organizasyonundaydı. Bana teklif etti. Ben de 'hayır, benim hiç güzellikle filan ilgim yok' dedim. Bir kısa eğitim döneminden geçmiştik Neşe'nin ajansında. 'Lütfen bana, benim gözüme güven' dedi. 'Peki' dedim ve başvurduk. Ama Türkiye'nin genelinden çok başvuru olmuştu. İlk kez bir televizyon kanalında yapılıyordu. Türkiye'nin ilk özel kanalı ve 'Türkiye Güzelleri' diye kıyamet kopuyor. Katıldım ama hiç umudum yok seçileceğim, ilk yirmiye kalacağımdan. Gerçekten ilk yirmiye kaldım. Sonra yarışma gecesi tüm sahne organizasyonunu Dormen Tiyatrosu yapıyordu. Haldun Dormen metinlerimizi hazırlıyordu. Koreografiyi Semiramis hanımla beraber yapıyorlardı. Çok büyük bir organizasyondu. Her yere gidiyoruz tüm basın peşimizdeydi. Her birimiz çok ilgi gördük. İlk üçe giremedim. Ama Haldun ağabeyle, 'Ben tiyatrocu olmayı çok istiyorum. İTÜ'ye girdim, ailem izin vermedi' diye sohbetlerimiz olmuştu. Sonra Ersin Ökten vardı, tiyatronun müdürüydü. Yarışma nisan ayındaydı, beni haziran ayında aradı, 'Çılgın Sonbahar oyunundan bir arkadaş ayrılıyor, düşünür müsün, gelir misin?' dedi. Benim de apandistim tutmuş ve hastanede yatıyordum. Vazgeçerler diye hiç söylemedim hastanede yattığımı. O kadar korktum. Çünkü çok istediğim bir şeydi. İTÜ'den önce birkaç kez konservatuvarı düşündüm, babam izin vermemişti. Hep aklımın kaldığı bir daldı. 'Tabii, hemen' dedim. Zaten birkaç gün sonrayı söylemişti ve o sırada hastaneden taburcu olmuştum. Gittim ve Nevra Serezli, Metin Serezli, Cem Davran, Hakan Ökten'in olduğu o meşhur 'Çılgın Sonbahar' oyunu 5-6 sezon devam etti. Orada başladım Dormen Tiyatrosu'nda.""'Sana üzücü bir haber vereceğim, bütün kadro sana karşı istifa ettiler' dedi"SORU Tiyatronun usta isimleriyle çalıştınız hep. Gencay Gürün, Haldun Dormen, Ali Poyrazoğlu, Genco Erkal bildiğim isimler. Peki, konservatuvarlı olmamak tiyatroya başlangıcınızda sizi hiç zorlamış mıydı?Şebnem Özinal "Tabii çok zorladı. Bir kere çok tepki aldım yani. Bir seferinde oyunculuk kursları ve atölyelerine katılmak için New York'a gitmiştim. Yaz tatiliydi, birkaç ay kaldım. Gerçekten dans kursları ve atölyeler verimli oldu. Geri döndüğümde tiyatrodan yakın bir arkadaşım, 'sana üzücü bir haber vereceğim, bütün kadro sana karşı istifa ettiler' dedi. Bunu da hemen hemen ilk kez anlatıyorum. 'İstifalarını istediler, Şebnem bu tiyatroda olursa biz olmayız' demişler."SORU Hangi oyundaydınız o zaman?Şebnem Özinal "O zaman 'Şahane Züğürtler' mi vardı hatırlamıyorum. 1993 yılı falandı. ya da 'Sevgilime Göz Kulak Ol' idi galiba."SORU Neden?Şebnem Özinal "Ben konservatuvar mezunu değilim, onlar konservatuvar mezunu ve de 'neden bir konservatuvar mezununa fırsat verilmiyor, Şebnem'e bu kadar büyük fırsatlar veriliyor?' diye Haldun Dormen'e böyle bir tavırda bulunmuşlar. İçlerinde çok iyi bildiğimiz isimler de var, şimdi söylemeyeyim."SORU Haldun Bey ne cevap vermiş?Şebnem Özinal "Haldun ağabey de, sağ olsun çok adildir o konularda, 'ben Şebnem'den son derece memnunum. Çok çalışkan, çok yetenekli, ben vazgeçmem. İsteyen buyursun gitsin.' demiş."SORU Peki giden oldu mu?Şebnem Özinal "Olmadı, olamadı öyle bir şey, cesaret edemedi kimse. Ama tabii ben çok kırıldım tüm kadroya. Çünkü hepsi rol arkadaşlarımdı, daha önce çok samimi olduğum insanlardı. Ben çok sırtımdan vurulmuş oldum. Çok üzüldüm. İlk depresyonla o zaman tanıştım. Gerçekten boğazım sıkıldı, nefes alamamaya başladım. İnanılmaz kötü bir psikoloji yaşadım. 26 yaşlarındaydım. Resmen ilaç kullandım. Sonra her şey yoluna girdi. Dormen Tiyatrosu kapanana kadar devam ettim. Sonra hepimiz çok üzüldük tabii. Hatta Volkan ile konuştuk Dormen Tiyatrosu'nu 'biz devralalım, devam ettirelim' diye, olmadı. Ben Genco Erkal'a geçtim 2001 yılıydı, 'Yarışma' isimli oyunda oynadım. 'Afife Jale Komedi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu' ödülüne aday oldum. Alamadım ödülü ama aday olmak da çok önemliydi benim için. Sonra Gencay Gürün, Ali Poyrazoğlu'yla 'Tak Tak Takıntı'yı oynarken kızıma hamile kaldım. 4-5 aylık hamileydim hala sahneye çıkıyordum. Doğumdan sonra bir ara oldu. Sonra Barbaros Uzunöner ve İTÜ'den öğretmenim olan maalesef vefat etti, Orhan Kural ile bir oyun yaptım. Böyle devam ettim, yani çok ara vermedim. En çok 2 sezon oynamamışımdır. Sonra yine devam ettim ama o sırada bir anne, bebek programı, sağlık programları yaptım. Ufak tefek diziler oldu ama çok dizi yapamadım. Çünkü bebekten sonra setler çok zamanımı alıyordu. Şimdi de yapamıyorum. Dizi zor geliyor bana biraz.""Dizi setleri çok zaman alıyor, saati belli değil"SORU Zamandan dolayı mı diziler zor geliyor?Şebnem Özinal "Çok uzadı dizi süreleri. Dolayısıyla setler çok zaman alıyor, saati belli değil. Daha doğrusu tiyatro varken benim dizi yapmam çok kolay değil. Zaten yapımcılar da çok tercih etmiyor, tiyatrosu olan birini almıyorlar kadroya. Hem iyi oyuncu olsun, hem yetenekli, tecrübeli olsun ama tiyatro oynayanı almıyorlar.""Kadınlarla ve çocuklarla ilgili bilinçlendirmeye yönelik programlar yapmak hoşuma gitti"SORU Aralarında "Sonradan Görmeler", "Çiçek Taksi", "Böyle mi Olacaktı?" gibi uzun süreli dizileriniz ve "Abuzer Kadayıf", "Güle Güle", "Teberik Şanssız" gibi sinema filmleriniz oldu. Oyuncu olarak televizyon, sinemadan çok programcılık ve tiyatroya ağırlık vermeyi daha çok sevdiniz sanırım?Şebnem Özinal "Evet, evet. Bir dönem kadın kuşağı programı yaptım hafta içi her gün canlı yayın çok sevdim. Sivil toplum örgütlerini, sosyal sorumluluk projelerini işledik. O zaman dernek değildi, çocuk yuvalarını revize eden, Arzu Sabancı'nın içinde olduğu ve bizim programdan sonra dernekleşen projelere yer verdik. Kadınlarla ve çocuklarla ilgili bilinçlendirmeye yönelik programlar yapmak hoşuma gitti. O zaman sağlık turizmi yeni başlıyordu Türkiye'de hemen hemen. Hastaneler sponsor olmuşlardı, doktorlarını ağırlıyordum. O tür canlı yayın programlar oldu. Ama şimdi tabii ana kanallarda o tür programlar kalmadı. Şu anda da bir sohbet programı yapıyorum. Yakın arkadaşlarımızı, yazarları, oyuncuları ağırlıyoruz. Aynen burada yaptığımız bir sohbet gibi bir program o da. O da ikinci sezonunda, devam ediyor."SORU 13 yaşındaki kızınız Ayşe sanatla ilgili mi?Şebnem Özinal "Hiç ilgili değil. Küçükken viyolonsel çalıyordu. Mimar Sinan Üniversitesi yarı zamanlı konservatuvara girmişti. Pandemide uzaktan eğitim başlayınca o tür sanat eğitimlerinin zoom üzerinden yapılması çok zor. Bıraktı maalesef. Büyüdükçe daha bir şekil alıyorlar. Daha önce drama okullarına gidiyordu ama hiç oyuncu olsun diye yollamadım. Kendi tercihi diye. Şimdi voleybol oynuyor. Sonrasında ne olur bilmiyorum.""Metin Serezli o günden sonra ressam oldu"SORU Sahnede birlikte rol aldığınız sanatçılarla ilgili mesela Metin Serezli başta olmak üzere bize anlatacağınız tiyatro anılarınız içinde neler var? Bazıları hayatta değil. Bir anılar geçidi yapabilir miyiz?Şebnem Özinal "Maalesef Metin ağabey hele çok erken vefat etti. Komediyi ondan öğrendim. Fars, vodvil oynamayı, o zamanlamaları ondan öğrendim. Yani inanılmaz bir ustaydı. O da konservatuvar mezunu değil, hukuk mezunu biliyorsunuz. Nevra Serezli de öyle. İlk oyunumda onlarla rol aldığım için çok şanslıyım. İnanılmaz şeyler öğrendim. Şimdi konservatuvar öğrencilerini görüyorum, komediyi snobe ediyorlar, daha kolay gibi görüyorlar. İnsanları güldürmek o kadar zor ki. Hele de şu dönemde, içimiz kararmış, kötü olaylar yaşıyoruz. Çok iyi ustalıkla oynanmadığı zaman bir komedi oyunu, çok zor güldürmek. Turne anılarımız çok var. Bir kere İzmir turnesindeyken yine BKM ile oyun sonrası halı saha maçı yaptılar. Metin ağabey düştü tendonlarını kopardı. Ertesi gün yine oyun var, uzun bir rol, başrol oynuyor Metin Serezli. Çıkamıyor sahneye alçıya alındı ayağı ve İstanbul'dan İsmet Üstekin'i çağırdık ama ne yapsın adam, bir günde ezberlenir mi? Biz artık, ahşaptı tiyatronun yeri, oralara öğrencilikteki gibi kopyalar yazdık. Neyse Nevra abla, gişeye oturdu tek tek bütün seyircilere açıkladı 'böyle bir olay oldu' diye. Anons ettik ve Metin Serezli o günden sonra ressam oldu. Çok güzel tabloları vardı hatırlıyorsan. Ayağı kırık diye otura otura resim yapmaya başladı. Çok anı var. Dalağım düşüktür benim. 'Dalağı düşük' derler çok gülen insana sahnede. O çok kızardı gülmeme. Hem güldürüyordu bizi, neler yapıyordu arkamızda bıdı bıdı seyirci duymadan kulağımıza bir şeyler fısıldıyor, hem de arkasından kızıyordu 'gülmeyin bu kadar' oyuncu olarak karşılıklı oynamak adına hem de hayatta çok keyifliydi zaten. Hayatı seven, gezmeyi, yemeyi, içmeyi, güldürmeyi, her dakika bir espriydi onunla oturmak, sohbet etmek. Biz o zamanki eşimle evlendik, fakat kimseye duyurmadık. Basına falan söylemedik. İlk Metin Serezli'ye bir oyun öncesi söylemiştim. Profilo'da bir kafemiz vardı, otururken 'Metin ağabey biliyor musun ben evlendim' dedim. 'Ay, ay, ay, ne yapacağız şimdi' diyerek nasıl telaşlanmıştı. 'Sus ağabey, gizli' demiştim. Çünkü birkaç zaman sonra söylemiştik insanlara. Benim sırdaşımdı aynı zamanda."SORU Siz yüksek lisansınızı bildiğim kadarıyla yakın bir zamanda Bahçeşehir Üniversitesi ileri oyunculuk bölümünde tamamladınız değil mi?Şebnem Özinal "Evet, pandeminin sonunda yani 2020 yılında tezimi verdim.""Entelektüellik sadece bir oyun izlemekle ya da Instagram'da entel dantel paylaşımlar yapmakla olmaz ki"SORU Akademilerde kamera önü eğitmenliği, drama ve doğaçlama dersleri de veriyorsunuz. 'Gençler komediyi snobe ediyorlar' dediniz. Bu eğitim verdiğiniz gençlerle ilgili yaşadığınız bir durum mu, yoksa genel olarak mı söylediniz?Şebnem Özinal "Eğitim verdiğim gençlerle ilgili yaşamıyorum. Çünkü ben zaten onlara bir şeyler anlatıyorum. Temel oyunculuk dersleri veriyorum. Sıfır olarak geliyorlar benim karşıma. Genelde kamera önü oyunculuğu için geliyorlar. Şimdi oyunculuk çok popüler meslek tabii. Tüm gençler tercih ediyor. Aynı zamanda üniversitede başka bir branşta okuyup oyunculuk yapmak isteyen gençler de var. Bahçeşehir Üniversitesinde beraber eğitim gördüğüm arkadaşlarım, mesela ben Ali Poyrazoğlu'nda oynuyordum o zaman zor getiriyordum oyuna. 'Oyunuma gelin izleyin' diyordum. Beğenmiyorlar, istemiyorlar komedi seyretmek. Şimdiki gençlerde o var, yani klasik oyun, daha alternatif oyunlar oynayınca ya da onları seyredince entelektüel olduklarını zannediyorlar. Entelektüellik sadece bir oyun izlemekle ya da Instagram'da entel dantel paylaşımlar yapmakla olmaz ki. Şimdi bir 'arthouse' kafaları diyorlar ya, gençlerde onu görüyorum. Bence yanlış yapıyorlar. Entelektüel olmak, sanatın içinde olmak bir yaşam şeklidir. Biraz, biraz ucundan yapılmaz. O yüzden komediyi snobe ediyorlar açıkçası. Hala benim okul arkadaşlarımdan biri, ikisi en fazla oyunu izledi. Görünce de beğenmiyorlar. Benim en sinir olduğum şey, tanıdık birinin oyuna gelip, beğenmeyince kulise gelip 'geçmiş olsun' demesi."SORU Öyle mi diyorlar?Şebnem Özinal "Evet, 'geçmiş olsun' diyorlar. 'Ne oldu ki? Hasta mıydık da geçmiş oldu? Ne oldu, anlayamıyorum?' diyorum. Beğenmediysen hiçbir şey deme, beğendiysen tebrik et. Bunları sevmiyorum."SORU Beğendirmek zor değil mi bazen insanlara?Şebnem Özinal "Zor ama benim kriterim o değil tabii ki. Ben meslektaşlarım için yapmıyorum, seyirci için yapıyorum. Seyirci inanılmaz mutlu ayrılıyor tiyatrodan gülmek ve eğlenmek anlamında. Çünkü biz 'Seninle Evlenir miyim?' oyununda Türk insanını anlatıyoruz. Bizden, Türk yazarın oyunu, çok iyi tespit etmiş o ilişkilerdeki detayları ve tezat unsurları. Erkeğin farklı bir karakteri, kadının daha farklı bir karakteri var ve dolayısıyla talepler daha farklı. O talepler çatışıyor ve oradan bir komedi çıkıyor. İnanılmaz iyi tespit etmiş. Herkes seyrederken 'bak bak, senin gibi' falan tepkileri veriyordu. En son Bursa'da oynadığımızda seyirci herhalde kendini evde programladı, 'ben gülmeye gidiyorum acayip' diye. Her lafımız alkış aldı, her lafımıza gülüyorlardı. Kadınlar kocalarını döverek filan gülüyorlardı kahkahayla. Çok güzeldi yani. Bunları görmek mutlu ediyor.""Pandemiye denk geldiler, savaştı, oydu buydu derken çocuklar kötü zamanlara şahitlik ediyorlar"SORU Oyundan bahsetmişken sorayım, oyunlarda bu ilişkiler anlatılıyor ama gerçek hayatta kadın- erkek ilişkilerinin bir formülü var mı ve siz bulabildiniz mi?Şebnem Özinal "Ben bulamadım açıkçası. Biz genelliyoruz ama kişiden kişiye de fark ediyor. Yaşam şekli, şartlar da buna etken. Ben 15 yıllık evlilik geçirdim. Daha sonra tabii bir kadın-erkek anlamında bir ilişkimiz kalmadı ama arkadaş olduk, arkadaşlığa dönüştü ve Ayşe oldu en güzeli. Şimdi şu dönemde tamamen bu döneme özel anlatıyorum, hiçbir ilişki istemiyorum. O ilişki kotamı doldurmuşum herhalde. Bir sorumluluğa girmek, çift olarak bir şeyleri yapmak bana anlamsız geliyor artık. Çünkü 15 yıl o şekilde yaşadım. Şimdi daha bağımsız, daha özgür olmak, kendi başıma hareket etmek, kendi kararlarımı vermek hoşuma gidiyor. Zaten Ayşe olduğu için o da bir ilişki benim hayatımda. Başka bir flört ilişkisi istemiyorum."SORU Bir genç kız yetiştirmek de zordur aslında değil mi?Şebnem Özinal "Çok zor, gerçekten çok zor. Bir de şu dönemde. Biz böyle değildik. Kıyaslamıyorum bizim zamanımızla ama çok zor. Çok kötü günler geçirdi çocuklar da. Pandemiye denk geldiler, savaştı, oydu buydu derken kötü zamanlara şahitlik ediyorlar. Biz daha mutluyduk. Daha sade yaşıyorduk, daha az şeye ulaşabiliyorduk. Şimdi bu internetler falan kafaları karışıyor galiba. Ama böyle bir döneme denk geldiler. Hem şans hem şanssızlık bence. Bakalım ne olacak? Hukuk istiyor, mimarlık istiyor. Ama daha erken belki de karar vermesi için.""Belki de kanto söylerim"SORU Başka yeni bir projeniz var mı gündemde?Şebnem Özinal "Yüksek lisans tezimi, 'Türk Tiyatrosunda Kanto ve Kantocu Kadınlar' üzerine yapmıştım. Onu bir kitap yapma projem var. Tamamen kültürel bir yayın olacak. Tez hocam Ali Düşenkalkar tavsiye etmişti, 'Bir kitap olarak sun ki insanlarda bir doküman olsun' diye. Onu teorik halinden çıkarıp, biraz daha okuyucu için uygun hale getireceğim. Çünkü kanto ve kantocu kadınların gerçekten Türk tiyatrosunda çok büyük önemi var. Daha çok gayrimüslim kadınlar kantocuydu. Cumhuriyetin ilanından sonra birkaç Türk kadın oyuncu da yapmış. Besteleri, güfteleri, dansları kendilerinin ve Türk pop müziğinin Türk müziğine girmesindeki başlangıç noktası aslında. Daha önce Doğu sazlarıyla çalınan ve söylenen şarkılar, ilk kez trompet vesaire işte İtalyan grupların Türkiye'ye gelerek gösteri yapmalarından esinlenerek Ermeni, gayrimüslim kadınlar da Batı sazlarıyla bir şekilde kanto parçalarını besteleyip sahneye koymuşlar. Önemli noktaları var kanto ve kantocu kadınların. O yüzden belki de kanto söylerim."SORU O zaman kolay gelsin, teşekkür Özinal "Çok teşekkürler. Size de kolay gelsin." EDDA SÖNMEZ Türkiye'nin uzun soluklu dizilerinden 204 bölüm yayınlanan "Üvey Baba"da canlandırdığı "Halil Güneşli" karakteriyle hafızalara kazınan 83 yaşındaki oyuncu Şemsi İnkaya, "Bir daha dünyaya gelsem yine oyuncu olurdum. Herkes oyuncu olmaya başladı. Türkçe kayboluyor. Şimdi kaslı oyuncular var. Bir felaket. Benim de böyle çıkıp soyunmam lazım ama utanırım. Bu yaşta utanırım, her yaşta utanırım. Biz öyle yapmadık. Biz oynayarak geldik bir yerlere. Oynayarak, ödül alarak, ustaları dinleyerek, rolü çalışarak" sinema ve tiyatrosunun usta oyuncusu Şemsi İnkaya ile Yeşilçam'ın unutulmaz isimlerinden Eşref Kolçak anısına geçen hafta düzenlenen Gemlik Film Festivali'nde buluştuk. İnkaya, Anka Haber Ajansı'na sanatla iç içe geçen hayatını, yeni nesil oyuncular hakkındaki düşüncelerini nedeniyle bir süredir çalışmalarına ara verdiğini, daha çok da işi aksatmamak adına gelen bazı projeleri kabul etmediğini anlatan İnkaya, hatırlatma aşıları dahil aşılarını aksatmadığını söyledi. Bunu hem işine saygıdan hem aile fertlerini düşündüğü için yaptığını belirten İnkaya, bu süreçte hayatını kaybeden sanatçıları ve doktorları andı. Usta oyuncu, şöyle konuştu "ÇOK UCUZLATILDI BU DEVİR AMA BİRAZ DİKKATLİ TAKİP EDERSEK KİMLER GİTTİ YA Oğluma söyledim. 'Torunumu falan görmek istemiyorum, seni de görmek istemiyorum, kızımızı da gelinimizi de görmek istemiyorum. Kestik, gelmeyeceksiniz. Ne kadar tedbir alacaksınız, alacaksınız ama bize gelmeyeceksiniz' dedim. Yani bir de geldikleri zaman, döndüklerinde böyle bir korona alırsın, düşünemiyorsun vicdan azabı yani benden mi diye çıldırırsın. Öyle bir devir geçirdik yani. Çok ucuzlatıldı bu devir ama biraz dikkatli takip edersek kimler gitti ya! O hocalar o canım hocalar, profesörler gittiler bu hastalıktan dolayı. Onun için çok, çok dikkatli olmamız lazım DAHA DÜNYAYA GELSEM YİNE OYUNCU OLURDUM Doğru yaptığınız zaman, yani oyunculuğu meslek edindiğiniz zaman çok zevkli bir şey. Bir daha dünyaya gelsem aynı oyuncu olurdum. Okurum, konservatuarını da okurum, amatörlüğünü de çalışırım ondan sonra profesyonel olurum. Bir daha gelsem aynı şeyi yaparım yani. Çok zevkli bir meslek çok onurlu bir meslek, meslek olarak aldığın MESLEK OLARAK KABUL EDEN VAR MI ŞİMDİ, TARTIŞILIR Bunu meslek olarak kabul eden var mı tartışılır. Biraz iş çok kolaylaştı mı veyahut çok ucuzladı mı? Öyle bir şey var. Çünkü şöyle bir şey var. Ailecek böyle bir televizyon seyrediyorlarsa, işte anneler, babalar, kayınpederler, kayınvalideler falan filan muhakkak içlerinde üç kişi-dört kişi 'Ya ben çıksam daha iyi oynarım' der. Bunu her evde diyen vardır. Onun için de meslek olmasında hala iddialıyım. Meslek olmazsa işte bunu söylerler. 'Ben çıksam ondan daha iyi oynarım.' Çünkü herkes oyuncu olmaya başladı KASLI OYUNCULAR VAR. BAŞKA BİR ŞEY O, BAŞKA BİR FELAKET Oyunculukta Türkçe çok önemli, diksiyon, fonetik ve artikülasyon dediğimiz şey çok önemli. Bu da ancak okulunda, konservatuvarda öğreniliyor. Öyle çıktığın zaman onları harcamış oluyorsun. Türkçe kayboluyor. Şimdi kaslı oyuncular var. Başka bir şey o, başka bir felaket. Kas-mas, kaburgalar çıkacak bilmem ne falan filan var ya benim de böyle çıkıp soyunmam lazım sizin karşınızda da utanırım. Bu yaşta utanırım, her yaşta utanırım. Biz öyle yapmadık. Biz oynayarak geldik bir yerlere. Oynayarak, ödül alarak, ustaları dinleyerek, rolü çalışarak, ezberini yaparak. O zamanlar sufleydi şimdi ezberini GENÇ ARKADAŞLAR SADECE EZBER TAKİP EDİYOR Şimdi oyundan ziyade şey var karşımdaki genç arkadaşlar ezber takip ediyor, 'Ben ezberimi söyleyeyim yeter' diye düşünüyorlar. Oyun kalmadı artık. Halbuki oyuncunun böyle bakarak birbirinden bir alışverişi vardır böyle, dersin uzasın bu sahne. Ne güzel! O alışveriş yok. O alışveriş ustalarla oluyor zaten artık. O heyecanı yenemedikleri için. Şimdi ben ezberimi söyleyeyim yeter.' Oyun olmuş oluyor o zaman yani. Ama bunu başaranlar da var. Diğerleri de herhalde ileri yaşlarda DE BABAMI DA DEFNETTİKTEN SONRA MATİNE SUAREYE YETİŞTİM, OYNADIM Yeşilçam'da çalıştığım zamanlar para hiç önemli değildi. O zamanlar dostluk, arkadaşlık, samimiyet önemliydi. El ele vermek, tiyatro adabını sinemaya taşımak çok önemliydi. Nasıl diyoruz hep saat 9'da perde açılır, her şeye rağmen perde açılır. Ben rahmetli anneciğimi de babacığımı da defnettikten sonra geldim matine suareye yetiştim, oynadım. Ustalar da aynı şeyi yaptılar biz de onlardan gördük. Birçoğu doğruymuş her şeye rağmen perde KENDİNE GÜVENİYORSAN HER TÜRLÜ OYNARSIN KARDEŞİM Oyuncu her rolü oynar. Her rolü oynadım ben. Ben İnönü'yü de oynadım ondan sonra bir dizide yobazı oynuyordum, Sinekli Bakkal'da. Yazarı bile kitabında 'Bu bir yobazdır' der. O yobazı oynadığım için birilerine benzetildiği için kaldırılmak istendi, kaldırıldı. Takkesiz oynasın falan dendi. Hayır, ben bu rolü böyle oynuyorum. Böyle yazılmış böyle oynuyorum. O zaman mesele olmuştu, öyle bir şeyler geçirmiştim ve ayrıldım, dizi kalktı. Oynamam diye bir şey yok. Oyuncuysan kendine güveniyorsan her türlü oynarsın kardeşim. Tiyatroda da aynı şey sinemada da aynı şey. Yok öyle bir yasak. Ben tanımıyorum, tanıyanı da ÖYLE STAR YAŞANTIM FALAN OLMADI, STAR DA OLMADIM BEN Günlük olacak şeyleri düzeltmeye çalıştım. Veyahut bana verdikleri değerden dolayı araya girdim, olayı düzelttim ve devam ettirdim. Yani ben ondan yanayım, bu mesleğin kırgınlığı yok. Yani bu meslekte, kanlı-bıçaklı da olsan sahneye çıktığın zaman, o perde açıldığı zaman oyununu oynarsın. Bu seyirciye olan saygımdan dolayıdır. Seyirciyi ilgilendirmiyor çünkü senin hukukun. Para da alıyorsun kavga da etmiş olabilirsin rol arkadaşınla ama burada seyircinin günahı yok. Sen ona onu seyrettirmek, ona o tadı vermek mecburiyetindesin, mecbursun. Ne kadar, benim öyle star yaşantım falan olmadı, star da olmadım ben. Sadece oyuncu olarak yükseldim basamaklarımı kendim seçtim. Artık bu rol bitsin ben başka bir şey yapmam lazım. Kendi basamağımı kendim yükseltmem lazım. Kendi aldığım iş terbiyem içerisinde götürdüm işleri. Eğer bir yere geldiysem, karşı tarafın beni başarılı olarak değerlendirmesinden dolayıdır. Teklif ettiler o rolü, ondan sonra teklif ettiler diğer rolü öyle BİR REYTİNG ALMIŞ Kİ BUNU DİZİ YAPTILAR. HALA KONUŞULUYOR Ben Üvey Baba'yı çektiğim zaman, çeken şirket birbirine girdi. 'Ya bu adam senelerdir komedi oynadı tiyatroda, bu olmaz' dediler. Onlara da hak verdim. Zaten hakikatten bir şey deniyordum öyle ama film olarak çekilip de yayınlandığı zaman öyle bir reyting almış ki bunu dizi yaptılar. Hala konuşuluyor. Tamam, bu iş değil artık. Kendi basamağını yükselteceksin bu bitti. Düşün başka bir şey, başka bir şey oynayacaksın. Tekrarlatmayacaksın artık kendini yani bir sanatçı ALARAK YAPTIM BU İŞİ, KOSTÜMÜMÜ KİMSEYE EMANET ETMEDİM, BEN TAŞIDIM Oyuncuda aşama çok önemli. O idrak çok önemli. Oyunculuk bu değil kardeşim. Tamam, geldin evet tamam. Bunu kullanma artık. Bunu kullanırsan geriye gidersin. Basamağa başla, yükselmeye bak. Her türlü riski alarak yapacaksın ama bu işi. Risk alarak yaptım bu işi. Her şey yanlış da olabilirdi. Bitmişti o zaman zaten. Oradaki kostümümü ben o zaman dört-beş sene süren bir işte kostümümü kimseye emanet etmedim, kendim taşıdım. Yani bir kostümüme bir şey olsa bitmiştim. Kostüm oyuncu için çok önemli bir şey. Elde yıkatıyordum kostümümü.'AFERİN SANA İÇKİYİ BIRAKTIRDIN KOCAMA' DEDİ Eyüp Sultan'da çekiyoruz. Tıklım tıklım dolu her taraf. Dışarıda çalışırken çarşaflı bir kadın sarıldı bana. Yani Eyüp Sultan'ın içerisinde. 'Aferin sana, aferin sana içkiyi bıraktırdın kocama' dedi. Biz onu takip ettiğimiz zaman. Bir şeyi anlatayım Kadıköy'de bir dükkan sahibi, 'Seni seyrettikten sonra eşimden ayrılmaktan vazgeçtim' dedi. Hakikatten bu bana iletilen direkt birinci kişiden iletilen 'Senin gibi bir üvey babaya kızlarımı bırakamazdım' dedi. Daha ne olsun, daha ne olabilir ki. Çocuk babasına söylüyor okulları araştırdığımızda, 'Baba bak, bu içkiyi bırak, bu adam gibi olursun' diyor. Adam içkiyi bırakıyor. ve orada dikkat ederseniz bir replik vardı. 'Ramazanlarda, getir rakıyı, getir.' Ramazan'da içilir mi deniyor, bu hep yayınlanıyor yani. Demek ki doğru şeyler vermişiz. Onda da çok mutluyum HİÇBİR ADAMI SEVMEDİM ONUN İÇİN DE BAŞARILI OLDUM Genç oyunculara tavsiyem, meslek olarak kabul etsinler. İş olarak değil. Meslek olarak kabul etsinler ve üzerinde çok çalışsınlar. O senaryoya hazırlanmak diye bir şey vardır. Senaryoyu okuyacaksın, bir daha okuyacaksın, okuyacaksın, bir daha okuyacaksın. Her şey orada. Her şey o satırlarda var. Analizini yaptığın zaman oyuncu olarak her şey o satırlarda. O zaman çok doğru rol çıkarırsın zaten. Yanlış bir şey yapman mümkün değil o zaman. Doğru oynamış olursun, ondan sonra da derki seyirci 'Vay ne güzel oynuyor ne kadar doğru oynuyor.' Sen kendini role uyduracaksın, o sana uymayacak. Ucuzuna kaçmadan. Oynadığım hiçbir adamı sevmedin. Benim mesleğim, işim bu. Rolü sevmek mecburiyetinde değilim. Sadece çalışmak mecburiyetindeyim o adamı. Sevmeyebilirim ama çalışarak da onu oynayabilirim. Onun için de başarılı oldum. Sevip, sevmemek diye bir şey yok. Rolünü oynayacaksın. Oyna kardeşim. Bak çık tiyatroda oyna, kameranın karşına çık, geç oyna, bunun kameranın karşısına geç OKURUM, İYİ BİR KİTAPLIĞIM VAR Okurum, çok okurum. Çok iyi bir kitaplığım var. Onu da ilerde bir yere bırakacağız. Çünkü çok kıymetli kitaplarım var. Okurum, muhakkak okurum. Seyrederim, okurum. Ustaların hayatlarını okurum. Bizim için ustadır yani onlar. Bu festivallere giderim. O benim seyirciye olan borcum, oyuncu borcum, meslek borcum, onlar bizi bir yere getirdiler onları geri çeviremem hiç, hiç, hiç… Nerelerdeyseler oraya giderim. Genç arkadaşlara başarılar diliyorum ama çalışarak gelsinler, okuyarak gelsinler. Doğrudur. Çalıştığın zaman doğrusunu yakalarsın, çalışmadan gidersen doğrusunu yakalayamazsın, ondan sonra bir bakarsın a niye kalktı bu dizi." Şemsi İnkaya Güneşli Baba Güncel Haberler Doymayan tek canlı insan olsa gerek. Neredeyse hiçbir şeyle tatmin olmuyoruz… İsteklerimiz mi çoğaldı, hedefi mi uzağa koyduk emin değilim. Diyelim tarif etmek gerek; aç gözlülük mü yoksa hırs mı dersiniz… gelişme mi yoksa hayatta kalma mücadelesi diye mi tanımlarsınız, siz karar verin. Sürdürülebilirlik teması sor sor bitmiyor, yanıtlaya yanıtlaya tükenmiyor. Konuğum Dr. Yılmaz Argüden. Sürdürülebilirlik, yönetim, yönetişim gibi büyük başlıkları ve altında hayata kalite getiren konuları ısrarla düşünen, çalışan, işleyen bir iş insanı. Ulusal ve uluslararası projelerde aktif rol alan yönetim danışmanlığı kuruluşu ARGE Danışmanlık ile Argüden Yönetişim Akademisi Kurucu Başkanı. Argüden Akademi, araştırma, fikir ve metodoloji üreten bir merkez. Argüden, OECD, IFC, UN Global Compact aktif katılımcısı, pek çok sivil toplum hareketinin ya kurucusu ya öncüsü…. Uzun bir söyleşiden çıkan çarpıcı fikirlerden birkaçını hap gibi aktarmak isterim - Hayat, bizim fiziki hayatımızla sonlanmıyor, tek bir oyundan ibaret değil, bir senede tükenmiyor, sürekli bir oyun. - Daha iyiyi arama güdüsü bazen insanları bencil, kısa vadeli düşünmeye yönlendiriyor. - Güvenin yüksek olduğu toplumlarda yaşam kalitesi daha hızlı ilerliyor. Güvenin olmadığı yerde maliyetler artıyor. - Lider, inandığını davranışlarıyla göstermiyorsa başarılı olamıyor, - Herkes her konuda liderlik yapamaz. Bazısı savaşı yönetir, bazısı bir tasarım ofisini… - Sürdürülebilirliği, ESG Environment-Sustainability-Governance olarak düşünmek, düşünce sistematiğimizi daraltıyor; ESG’yi finansalların yanında bir unsur olarak düşünmeye başlıyoruz. - Sürdürülebilirlik gündemde hızla ön plana çıkmaya başladığında şirketlerin birçoğu “ben bu konuda ne yaparım?” diye düşünmek yerine “yaptıklarımdan hangilerini satabilirim, hikayeleştirebilirim” diye düşünme eğiliminde olabiliyor. - Sürdürülebilirliğin sürdürülebilirliğini sağlamak için sürdürülebilirlik konusuna da uygulanan yönetişimin sağlıklı olması lazım. - Raporlamada; sadece geçmişi mi anlatıyorsunuz, ekside kaldığınız konularda açıklama yapabiliyor musunuz? - Gelecekle ilgili hedef paylaşmak, bu konuda bir irade beyanında bulunmak demek. İrade beyanında bulunan şirketler daha çok kaynak ayırıyorlar. Yaprak Özer Elle tutulamayan sürdürülebilirlik kavramını anlatmak zor. Görünürde, somut kara dönüştürülemeyen bir hikâyesi var. Sonu hiç gelmeyecekmiş gibi duruyor, uzun vadeli olduğundan mesafeyle yaklaşılıyor. Sürdürülebilirlik gökten zembille inmiyor, lidere mi ihtiyaç gösteriyor? Yılmaz Argüden Liderlik kısaca başka insanların davranışlarını değiştirebilme, yönlendirebilme becerisi. Böyle ifade ettiğinizde, dünyada herkes lider! İstatistiki olarak baktığımızda, herkes hayat süresince ortalama 250 kişinin yönlendirmesinde etkin. Tabii bazıları milyonların… bazıları da 10 kişinin yaşamını değiştiriyor… Bazıları lider bazıları değil diye düşünmemek lazım. Herkesin içerisinde liderlik var. Bu beceri kimilerinde gelişmiş olabiliyor, deneyimle de gelişebiliyor. Herkes kendi içindeki liderliği geliştirebilir ve özellikle inandığı konularda derinlemesine çalıştığında bu becerisi artıyor. İnandığını davranışlarınla göstermiyorsan, başarılı bir lider olamıyorsun. Herkes her konuda liderlik yapamaz. Bazısı savaşı yönetir, bazısı bir tasarım ofisini ama aynı kişi ikisini birden yapamaz genellikle. O alandaki başarı şansını destekleyen yetkinlikler farklı bu alandakiler farklı. Sürdürülebilirliğin 1987 Birleşmiş Milletler’in, Brundtland Raporuyla başladığı zannedilir. Bu rapordaki tanım güzeldir aslında; insanların gelişmesini gelecek nesiller de dahil olmak üzere, başkalarının gelişmesini engellemeyecek şekilde gerçekleştirmesi. İnsan hiçbir şeyle tatmin olmuyor, her bulduğundan daha fazlasını arıyor bu da insanlığı diğer canlılardan ayıran bir özellik. Birçok hayvan karnı doyduğu zaman duruyor, insan durmuyor. İnsanlığın gelişmesini tetikleyen bir unsur fakat belli aşırılıklara da yönlendirebilen bir duygu veya motivasyon ve bu aşırılıklarda başkalarının kendilerini geliştirebilmesini, gelecek nesilleri zafiyete uğratabiliyor. Bence sürdürülebilirlik, 1987’deki Brundtland raporuyla başlayan bir kavram değil. Dünyada en uzun süre yaşamış olan kurumlar dinlerdir. Binlerce yıl sürmüş olan bir imparatorluk, bir şirket yok ama dinler binlerce yıl sürüyor. Bunun da temelinde insanlığı insandan korumak için var olma nedenidir diye düşünüyorum. İnsanın fani bir ömrü var ama insanlığın baki olması arzu ediliyor. Dinlerin, sistemin sağlıklı kalmasını öneren birçok boyutu var. Hep daha iyiyi arama güdüsü bazen insanları çok bencil, çok kısa vadeli düşünmeye yönlendiriyor. Temelde dinlere bakarsak, çevresine duyarlı, daha uzun vadeli düşünmeye yönlendiren uygulamaları var. Örnek vermek gerekirse; cennet cehennem kavramı hayatımızdan daha uzun süreli düşünerek bugünkü hareketlerimizi yönlendirmeye çalışıyor. Başka bir dinde de reenkarnasyonla aynı kavram gelebiliyor. Hayat, bizim fiziki hayatımızla gitmiyor, buradaki yaşamını sürdürürken davranışlarını sonrası için başka bir bakış açısı ile insanlık için de ilerletme boyutu var. İkincisi, denetleyen birçok mekanizma var ama bu mekanizma herkesin başınabir polis dikemediği için “Tanrı her yaptığını görür, sen kimse görmese de doğru düzgün davran” anlayışı var. Birçok dinin “ihtiyacı olanlara yardımcı olmak” yani fitre, zekat veya gönüllü katkıya yönlendirdiğini görüyoruz. Aslında yaşamın sürdürülebilirliği için kritik davranış biçimlerini benimseyenler, insanlığın ve tabiatın sürdürülebilirliğini sağlıyor. Şamanizm’den başlayın bütün dinlerin temelinde yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayacak davranışları insanlara aşılamak, onların gelişimini destekleme katkısı var. Bu nedenle bu kadar uzun süre yaşayan kurumlar halindeler. Yaprak Özer Biyografine bakıldığında her genç gibi başarıya odaklanmış eğitim ve profesyonel bir hayat dikkat çekiyor. Buna karşın romantik ve naif görünen sürdürülebilirlikle ne zaman tanıştın; “evreka moment” ne zaman? Yılmaz Argüden Bir düğmeye basarak olduğunu zannetmiyorum açıkçası. Aslında sonradan farkına varıyorum ki, belki de aileden geliyor. Bir şekilde yaşamım boyunca birçok bu konuya dikkat ederek önemli kazanımlar getirdiğinin sonradan farkına vardım. Bir şeyi kazanayım diye yapmadığım bir sürü olay var. 40 yaşımdan sonra farkına vardım ki okul hayatım boyunca arkadaşlarıma yardım etme güdüm aslında okulları birincilikle bitirmemin temel nedeni olmuş. Hiçbir zaman benim birincilikle bitirmek gibi bir hayalim olmadı. Bir şeyi iyi yapmak için çalışırım, öğretirken de bilmediğini çözüyorsun. Yazı yazarken de farkına vardım ki bunun en çok bana faydası var. Düşünceni kağıda dökebilmek için daha çok çalışıyorsun, başkalarının düşündüklerine bakıyorsun, eksiklerini tamamlıyorsun, danışmanlıkta da böyle. Sürdürülebilirliğin ezoterik bir konu olmadığını düşünüyorum. Şirketlerin kalıcı başarısı için de sürdürülebilirliğe özen gösterilmesi gerektiği kanısındayım. Hayat tek bir oyundan ibaret değil, bir senenin karıyla bitmiyor, sürekli oynanan oyun ve bu oyunda gösterdiğin davranışlar ve paydaşlarınla ilişkinde kazandığın güven, senin bir sonraki oyunda daha güçlü olmanı sağlıyor. Sürdürülebilirlik kararlarını içselleştirerek ilerlediğinde başarı şansın her geçen gün artıyor. Kısa vadeli ve bencil düşündüğünde, fizik kanunu vardır, “her güç karşısında bir güç oluşturur” diye, sen kendine düşünmeye başladığında, karşındakiler de kendine düşünmeye başlıyor, ortaklaşa daha fazla kaybediyorsunuz. Yeteri kadar yukarı kendini çekip de bakarsan, aslında kurumun sürdürülebilir başarısı veya kalıcı başarısı için vazgeçilmez bir unsur olarak görüyorum. Hatta bu konuda bir iddiam var, ESG kavramı herkes tarafından konuşulan bir kavram haline geldi. Ben bu terminolojinin bile işin ruhunu kaçırmaya müsait olduğunu düşünüyorum ve doğru bulmuyorum. Konuyu ESG Environment-Sustainability-Governance olarak düşünmek, düşünce sistematiğimizi daraltıyor. ESG dediğimiz zaman bunun finansalların yanında bir unsur olarak düşünmeye başlıyoruz. Sürdürülebilirlik, bütün konulara bir arada bakmayı gerektiriyor. Birinci zaafiyeti bu. ESG, vaktimiz olduğunda bakarız mantığıyla düşünüldüğünde büyük bir maliyet olarak algılanıyor. İkincisi, “governance” yani yönetişim, olayın bütününe uygulanması gereken bir kavram. Yan yana saydığınız zaman o da bir şeymiş gibi algılanıyor. Üçüncü olarak da ESG dediğimiz zaman arka plandaki düşünce sistematiğimiz ve bunun alternatifi de finansal. Finansal, sizin bilançonuza ve gelir-gider tablonuza ait olan ekonomik etkilerdir. Bir kararı verirken sadece kendinize olan etkileri düşünerek değil aynı zamanda bütün değer zincirindeki ekonomik etkiyi düşünerek karar verdiğinizde sürdürülebilir bir bakış açısına sahip oluyorsunuz. Finansal ve çevre, ekonomik ve yönetişim ayırmasını yapmak yanlış olduğu kadar sade finansala bakmak da yanlış. Yaprak Özer Sürdürülebilirlik ve yönetişim kavramlarını yaygınlaştırmak için geldiğimiz noktadan mutlu musun? Sitenizde, Sürdürülebilirlik Yönetişim Karnesi dikkatimi çekti. Yılmaz Argüden Dünyada 7 borsada 10 sektörde belli boyutun üzerindeki bütün şirketleri inceliyoruz. Türkiye’den 14 şirket buna giriyor, Amerika’dan 54 şirket bu kriterlerde. Ülkemizde ağırlıklı olarak Batı’dan öğrenerek uygulama eğilimi olan bir yaklaşımı var. Bilgi her yerde üretilebilir ve biz Türkiye'den dünyanın gelişimine nasıl katkıda bulunabiliriz diye düşündük. Sürdürülebilirliğin, konum, teknoloji ve endüstri özelinde farklılıklar gösteren çok boyutu var; su, karbon, sosyal vs. coğrafyaya göre de değişiyor. Bu nedenle sürdürülebilirlik konusundaki performansları karşılaştırmak yeteri kadar öğretici olmuyor ve kıyaslama zor oluyor. Diğer taraftan şunu gözlemliyoruz; sürdürülebilirlik konusu gündemde hızla ön plana çıkmaya başladığında şirketlerin birçoğu “ben bu konuda ne yaparım?” diye düşünmek yerine “yaptıklarımdan hangilerini satabilirim, hikayeleştirebilirim” diye düşünme eğiliminde olabiliyor. Yani iyi yaptıklarını anlatıyor iyi yapmadıklarını anlatmayabiliyor veya bütünsel düşünmediği için sadece iyi yaptıkları aklına geliyor, onu anlatıyor. Oysa sürdürülebilirliğin sürdürülebilirliğini sağlamak için sürdürülebilirlik konusuna da uygulanan yönetişimin sağlıklı olması lazım. Sürdürülebilirlik Yönetişim Karnesi diye bir çalışma gerçekleştiriyoruz her sene. Tokyo G20’de dünyanın sürdürülebilirliği için en iyi 80 projeden birisi arasında seçildi. Önerilerimizden bir tanesini Hindistan Borsası’nda şirketlere mecburi hale getirildi. Halka açık bilgilerinden şunları gözlemlemeye çalışarak not veriyoruz; Sadece geçmişi mi anlatıyorsunuz, gelecekle ilgili hedeflerinizi de paylaşıyor musunuz? Gelecekle ilgili hedef paylaşmak demek, bu konuda bir irade beyanında bulunmak demek. İrade beyanında bulunan şirketler daha çok kaynak ayırıyorlar. Hedefine ulaşamadığın veya hedefin doğrultusundan ekside kaldığın konularla ilgili açıklama yapıyor musun, bununla ilgili ne tedbirler aldığını anlatıyor musun raporlarında? Hedefleri belirlerken yönetim kurulunun değerlendirmesinden geçiriyor musun? Yönetim kurulunda sürdürülebilirlikle ilgili deneyimi olan kişiler var mı? Yönetim kurulu Yetkinlik Matriksi’ni yayınlıyor musunuz? Yaprak Özer Yetkinlik Matriksi yaygınlığı nedir? Yılmaz Argüden Türkiye’de kimse yok henüz. Bu sene başlıyor, dünyada da çok az bu arada. Biz performanslarını değerlendirmiyoruz, matriksin o şirket için uygun olup olmadığını değil, ne yaptığını değerlendiriyoruz. Yaprak Özer İrade beyanı bir taahhüt. Burada güven konusu çok önemli. Güven de ciddi bir erozyon, tutarsızlık içerisinde. Yılmaz Argüden Güven, erozyona uğruyor. İster aile kurumu ister bir çete olsun, ister devlet ister şirket olsun, sivil toplum kuruluşu ya da küresel bir organizasyon olsun, hepsinin temelinde kaynakların daha etkin kullanılması veya risklerin daha iyi yönetilmesi vardır. Hiçbir kurum, boşlukta yaşayamıyor, birçok paydaşı var. Paydaşlarının güvenini kazandığı zaman yapmak istediğini daha etkin bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Güvenin yüksek olduğu toplumlarda yaşam kalitesi daha hızlı ilerliyor. Güvenin olmadığı yerde maliyetler artıyor. Kurumların paydaşlarının güvenini kazanması temel kurulma amacı olan kaynakları etkin kullanmak, riskleri yönetmek için vazgeçilmez bir unsur. Güvenin olması için iyi yönetişim ihtiyacı var. İyi yönetişim, tutarlılıkla, hesap verebilirlikle, şeffaflıkla, adillikle, sorumluluk üstlenmekle, kapsayıcı bir katılımcılıkla etkin sonuçlar üretme meselesi aslında. Dünyada da zafiyet var. Bazı teknolojilerden çok ümitlerimiz vardı, internetin demokrasiyi zenginleştireceğini düşünüyorduk. Çünkü bilgiye herkesin erişimi artınca daha bilgili bir şekilde oy kullanacak, kararlara katılımı artacak vs. ama o kadar çok bilgi arttı ki insanlar sadece kendi seçtikleri bilgiye ulaşır hale geldiler. Ayrıştırıyor insanları daha fazla. Yaprak Özer Kullanma şeklimiz kötü olduğu için oluyor. Yılmaz Argüden Tabii ki kullanma şeklimiz kötü olduğu için. Yunus Emre çok güzel söylemiş, “… sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu san…” yani kendin için istediğini karşındaki için istemen lazım. Güveni kazananlar daha çok kaynağa daha ekonomik olarak ulaşıyor. Ülkeye güven düştü mü, hayattaki her şeyi daha pahalıya alan bir ülke haline geliyorsun. Her boyutta geçerli. Yani yönetişime ihtiyacı olmayan tek kişi var, o da Robinson Crusoe. O da Maya adaya gelene kadar, Maya adaya geldikten sonra onun da yönetişime ihtiyacı var. Herkesin iyi yönetişime ihtiyacı var. Yaprak Özer Bireyler fani, kurumlar kalıcı. Buradan liderliğe tekrar dönmek istiyorum. Fani olduğu için mi insanlar iyi liderlik yapamıyor? Sürdürülebilir liderlik için önerilerin? Yılmaz Argüden Şirketlerde, CEO’luğun 3-5 sene ömrü var. Perspektifi kısa oluyor mecburen. Sürdürülebilirlik konusuna insanlar “olursa iyi olur, popüler de olurum, zaten herkes de buna bakıyor, söyleyecek birkaç hikayem olsun” diye başlıyor, ama içerisine girmeye, ruhuna ermeye başlayınca, farkına varıyorsun ki; çok ciddi bir risk yönetim aracı aynı zamanda. Bu konulara özen göstermediğin zaman bir yerden sopa yemeye başlıyorsun. Çocuk işçi çalıştıran tedarikçin varsa senin markan zarar görüyor, bir yerde suyla ilgili sorun olduğunda fabrikanı kapatmak zorunda kalıyorsun. Değer yaratma fırsatı olduğunun farkına varmaya başladılar. Dünya için bir sorun çözmek değer yaratma fırsatıdır. Bu bakış açısının liderlikte çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” diye Lord Acton’ın bir lafı var. Gözetimin, denetimin olmadığı yerlerde sıkıntılar oluyor güven açısından. Liderler de hayallerini çok hızlı zamanda gerçekleştirme güdüsü içerisinde olabiliyorlar. Toplum seninle gelmezse lider olmuş olmuyorsun. Yaprak Özer Paydaşlar bunu istemiyor mu? Yılmaz Argüden Teşvik sistemlerimizin nasıl olduğu çok önemli. Teşvik ettiğimiz davranışlarla dünyanın sürdürülebilirliği için teşvik ettiğimiz davranışlar uyumlu mu? Neyi teşvik diyoruz, ne bekliyoruz? Teşvik ettiklerimizi beklediklerimizle uyumlu hale getirmediğimiz müddetçe teşvik ettiklerimiz istediklerimizin önüne geçer. Yaprak Özer Bu işin sonu yok. Yılmaz Argüden Dünyada hayat, canlılara faydalı olduğu müddetçe onları yaşatıyor. Fayda bittiği zaman ölmeye başlıyorsun. Fiziken ölüler için bile geçerli. Einstein, Leonardo da Vinci, Atatürk, Yunus Emre hala fikirleriyle yaşıyor. Gelecek için ne yapabilirim konusunu düşündüğünde ufkun da açılıyor. Son zamanlarda genç jenerasyonun en çok konuşulan erkek oyuncularından biri Onur Tuna... atv'de yayınlanan 'Hayat Devam Ediyor' dizisinde 'Siraç' karakteri ile hayatımıza giren bu genç adam, şimdiden özellikle genç kızların beğenisini kazanmış durumda. Onun için yeni Kıvanç Tatlıtuğ diyenler de var, Kenan İmirzalıoğlu'na benzetenler de... İlk oyunculuk deneyimiyle başarılı bir çizgi yakalayan 27 yaşındaki Onur Tuna, oyunculukla ilgili düşüncelerini Yeni Aktüel dergisinden Neslihan Perker ile paylaştı. İşte anlattıkları... EĞİTİM ÖNCELİĞİMİZDİ Dizide canlandırdığınız karakterin ismi olan 'Siraç' ne anlama geliyor? Nur getiren anlamına geliyor. Şimdiye kadar neler yaptınız? Ortaokulda Galatasaray yıldız takımda basket oynadım. Eğitim hep ilk önceliğimdi. Babam öğretim üyesi bir matematikçi sonuçta Analitik beyin yani... İspatçı bir beyin. Eğer profesyonel olup, basketi meslek olarak seçeceksem konuyla ilgili vasıflı olmam lazımdı. Demek ki o kadar yetenekli değilmişim! RUHUM ÖZGÜR Demek ki ileride başka şeyler yapacağınızı hissettiniz? Okulda sahne sanatları ile ilgili aktivitelerde hep rol alırdım. Ruhumu özgür hissedeceğim bir şey yapmak istiyordum. "İsmail bey, evraklar hazır" diyen bir adam olamayacağımı çok küçük yaşta hissettim. Çocukluğumdan beri yaramazdım, evin küçük çocuğuyum. Abim de bir matematikçi. Üniversitede iktisat bölümünde okudum. İktisat okudum ama oyuncu oldum. Matematikçi bir babanın oğlu olarak, sizin farklı bir karakterinizin olması, kendisiyle çatışma yaşamanıza neden oldu mu? Babam çok naif bir adamdır. Hep serbest bıraktı beni, sebebini arardı yaptığım şeylerin. Gencim ve öğreneceğim çok şey var. Enerjimi gülerek karşılıyor doğru yolda olduğumu bence biliyor. Ayrıca babamla duygusallığımız da çok benzer. Babam, annem için şiir yazardı, "Hadi şunu bestele, annen geldiğinde çalarsın" derdi. Ağaç yaşken eğilir; ufakken size bir şeyler aşılarlar, siz 20'li yaşlarınızda zamanında aşılanan şeyle ilgili aydınlanma yaşarsınız. AŞKTA CESUR OLURUM Bir kadına hiç şiir yazdınız mı? Yazmaz olur muyum... Yazdım. Ama hoşlandığınız her kadına yazmanız imkansız. Sadece aşık olmak zorunda da değilsiniz şiir yazmak için, yaşadığınız birçok şeyi şiire aktarabilirsiniz. Duygularınızı, mutluluklarınızı, acılarınızı... Hayatınızdaki en büyük acıyı ne yüzünden yaşadınız? Üniversitede aynı evde yaşadığım arkadaşım bir tekne gezisinden dönerken sebepsiz yere Taksim'de bıçaklandı. Ege Üniversitesi'nden mezun olmuştu, inşaat mühendisiydi, askerden gelip Zorlu Holding'de iş bulmuştu. Evini, hayatını kurmuştu ki, bu olay oldu. 'Hayat Devam Ediyor' süreci nasıl ilerledi? Aslı İslamoğlu ile çalışıyorum, öncelikle onun vasıtasıyla bu projeden haberim oldu. İkinci görüşmeye Mahsun Abi çağırdı, inanılmaz ve çok enerjik bir adam. Bana güvendiğini düşündüm. İlk projem; çok yeniyim, gelişeceğim. Dizide babanızla Fikret Kuşkan olan ilişkiniz çok ön planda. Sizden iyi baba olur mu? Herkes 'iyi baba' olursun diyor. Siz ne diyorsunuz? Baba olmayı düşününce o çocuğu severken içime sokmak gelir, fazla değer veririm. Daha yeni amca olacağımın haberini aldım, elim ayağıma dolandı öğrenince. Aşkta cesur mu olursunuz, yoksa korkak mı? Cesur olduğum zamanlar da oldu, aksi türlü de. Hazır olduğumu hissettiğim zamanlar cesurdum. Ama yeni bir ilişkiden çıkmışsam işler değişir. Sayfa HAYALİMDEKİ KADIN... Hayalinizde bir kadın profili var mı? Şu anda öyle bir dönemde değilim ama hayal kurduğum zamanlar oldu. İstediğim tek şey dürüst olunması. Yollar ayrılabilir, ben dahil kimse alternatifsiz değil. İnsanın özünde menfaat duygusu ve bencillik var. Sabırlı bir insanım ben, karşımdaki farklı düşünmeye başlarsa bunu sindiririm. 'Ne oldu', 'Neyin var' gibi soruları sevmiyorum çünkü gerçek gelmiyor. Klişe ilişki kalıplarımız var. FENERBAHÇELİ OLDUĞUMU GİZLEDİM Fenerbahçelisiniz ama Galatasaray'da basket oynadınız. Tuhaf olmuyor muydu sizin için? Orta ikinci sınıftaydım o zamanlar. GS tesislerine ilk gittiğimde en başarılı oyuncular dahil herkes oradaydı. Bazıları biliyordu FB'li olduğumu, laf atıyorlardı. Hocamız Ömer Petorak, "Oğlum böyle nasıl oluyor" derdi. Tuttuğum takıma karşı fanatizm boyutum yoktur aslında. Takımdakiler ellerini üst üste koyup "Cim-bom bom" diye bağırdıklarında ben de bağırırdım ama içsel olarak Fenerbahçeli olduğumu gizlerdim. ONUR TUNA KİMDİR? 2 Temmuz 1985 yılında Çanakkale'de doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde eğitim gördü. Müzikle uğraşıyor Ege Üniversitesi Konservatuvarı'nda ses eğitimi aldı. Ortaokul yıllarından itibaren lisanslı olarak voleybol ve basketbol oynadı. İzmir'de dört yıl profesyonel mankenlik yaptı. İzmir Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde oyunculuk eğitimi aldı. Sabah http // Kenan İmirzalıoğlu Kıvanç Tatlıtuğ Galatasaray Aktüel Magazin Haberler

ben aslında oyuncu değilim ama birçok oyuna dahil oldum şiiri